19 Aralık 2007 Çarşamba

İyi Bayramlar


24 Kasım 2007 Cumartesi

How much does 'Human Life' cost in Turkey?

Hayatımın pekde yaratıcı olmayan bir döneminden geçtiğim kesin, fikir kapılarım kapalı bugünlerde. Geçen ay kızarkadaşımın yakınları kaza geçirip yakınlarını kaybettiğinden beri pek birşeyle ilgilenemedim. Kazada dayısını, yengesini ve teyzesinin kocasını kaybetti. Kazaya sebebiyet veren karşı tarafın sürücüsü alkollü araç kullanıyormuş. Bana göre düpedüz cinayet olan bu olayı karşı tarafın sürücüsü ne kadar ceza alır diye araştırırken ülkemizin güzide anadolu futbol kulüplerinden birinin başkanının yaşadığı buna benzer bir olayla karşılaştım ve sizinle paylaşayım istedim.

Efendim kulüp başkanı geçen sene bu zamanlarda bir vatandaşa çarparak ölümüne neden olmuş ve daha sonra şu açıklamayı yapmış: "Yani vatandaş bilinçsizse burada sürücü ne yapacak. Ben 54 senelik ehliyeti olan bir insanım. Hayatım da ilk defa kaza yaptım."

Aradan bir ay geçmeden yeni bir kazaya daha karşıyor kulüp başkanı. Gorgu tanıkları ise kulüp başkanının alkollu olduğunu iddia ediyorlardı.

Neyse efendim. Ilk kazadan dolayi kulüp başkanı mahkemeye cikarildi.

Kulüp başkanı yargılandığı davadan taksirle adam öldürmek suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu ceza, 12 bin 100 YTL adli para cezasına çevrildi. Mahkeme, adli para cezasının 10 eşit taksitte ödenmesini kararlaştırdı.

Mahkeme kredi kartına taksit yapılıp yapılamayacağı sorusunu ise yanıtsız bıraktı. Utanmasalar suça prim bile verecekler. 20 aylık hapis cezasının karşılığı 12 bin ytl ise, aylık hapis cezası 600 ytl ye denk geliyor. Bilerek ve planlayarak adam oldurenler 15 yil falan yattigina gore adam oldurmenin tarifesi 108000 YTL'ye geliyor. Tabii ben bunlari kafadan hesapliyorum. Gercek tarifesi neyse acik acik soylesinler, bu konulardaki kafa karisikligini gidersinler. Biz de ona gore eylemlerimizi gerceklestirelim.

Ayrıca bugüne kadar adam öldürme suçundan hapis yatan herkes kalan suçlarını bu fiyat üzerinden fiyatlandırıp serbest kalsınlar. Bu son cumle sizi rencide ediyor ama kulüp başkanının hapis yatmaması sizi rahatsız etmiyorsa....

28 Ekim 2007 Pazar

İşte Pankart...

işte bu pankart Türk insanının pratik zekasının en iyi örneği bence. Şimdiye kadar dünyanın hiçbir yerinde bu kadar güzel cevap verildiğini görmedim bir pankartla.

26 Ekim 2007 Cuma

Yine Yeniden İnternet

İnternetin hayatımda ne kadar önemli bir yeri olduğunu geçtiğimiz birkaç hafta boyunca iyice anlamış bulundum. Telekomda ki grev sayesinde 2 haftadır internetim yok ve hergünü birbirinden zor geçti:D Neyse sonunda internet geldi ve ben yine onun başındayım işte.

4 Ekim 2007 Perşembe

Veee Sonunda Oldu...

Evet sonunda oldu, sonunda bende bugun itibariyle mimlenmis bir insanim. Blog yazmaya baslayali bir yili gecti hala birkere bile mimlenmemisken dun aksam Tanrica Artemisin blogunda mimlenildigimi farkettim. O an ki sevincimi gorseniz herhalde beni daha once mimlerdiniz. Tabi mimlenmek bir yana birde bir Tanrica tarafindan ilk kez mimlenmek ayri bir guzellik oldu.

Efendim tam mimlendim diye sevinirken birden aklima mimin konusu geldi. En kazik mimde bana geldi inanamiyorum, hani soyle kitabindaki su sayfadaki su soz olsa veya en sevdigin 3 sey, en son kullandigin koku gibi seyler olsa hemen cevap verecegim ama gel gelelim benim ilk mim konuma: insani cildirtan detaylar. Gelde simdi bunun uzerine kompozisyon yaz, ama iste benim gibi bu konuda yetenek fakiriyseniz isiniz pekde kolay olmuyor.

Elimden geldigince beni cildirtan detaylari soyleyeyim:

1- Tam bir simetri hastasiyim(burdaki hastaligi mecazi anlamda kullanmadim) hayatimda ki her yer ve hersey simetrik olmali, eger olamiyorlarsa ben bir sekilde onlari simetrik formlarina sokmaliyim. Tabi pratikte bazi imkansizliklar yasamiyorda degilim. Mesela Ankara Ticaret Odasinin onunden gecerken gozlerimi kapatmak zorunda kaliyorum(hemde eskisehir yolu uzerinde hizla araba kullanirken) cunku kulelerinden birinin yuksekligi digerininkinden daha uzun. Ve benim bu konuda yapabilecek hicbirseyim yok(Bir defa odaya mail atip bu konuyu bildirmisligim var ama pek tabiki dikkate alinmadim)

2- Hayatimda hic anahtarimi unutmuslugum veya kapinin arkasinda birakmisligim yok ama anahtari unutan veya kapi arkasinda birakanlardan cok cekmisligim var.

3- Ne kadar kapatirsam kapatayim ve neden oldugunu tum muhendislik bilgilerimi kullanmama ragmen bir turlu anlayamadigim bir turlu kapanmayan dolap kapilarindan biktim usandim.

Evet bu kadarina da sukur, bu ilk mimimide kit kanaatta olsa bitirebildim. Simdi gelelim mimin en guzel kismina. Mimlenme, insana baska insalarida mimleme hakkini veriyor. Vee iste ilk kez mimlediklerim, insallah mimlendiginizi duydugunuzda sizde en az benim kadar eglenirsiniz. Benim Dunyam, Ayse's World, Gaykedi, Gayganzemin ve Pinar Yanardag mimlendiniz... (Tavsiye: gwen stephanie den now that you got it sarkisi esliginde ogrenin mimlendiginizi, ben oyle yaptim:D)

30 Eylül 2007 Pazar

Tatlı krizi Kapıda:D


Ben aslında pek tatlı seven birisi değilimdir. Hayatımda ağzıma şerbetli tatlılar sürmüşülüğüm yoktur. Ama yılın belirli zamanlarında tatlı krizim tutar. Yine böyle bir kriz dönemi geçirmekteyim. En son Ankara Çukurambar'da ki Liva'da dondurmalı waffle yemiş bulunmaktayım. Gerçekten güzel yapıyorlar. Bir önceki günde aynı yerde profiterol yemiştim o da hoşuma gitmişti ama tramisusu kötüydü, cheesecake mi tramizumu belli değil. Hatta üzerine kahve dökülmüş cheesecake diyebiliriz. Sanırım ben ev yapımı tramisulara çok alıştım. Nerden çıktı şimdi niye burda şunu yedim bunu yedim diye yazdım bilmiyorum ama insanın hayatında ağırlıklı olarak ne varsa onu yazmak istiyor sanırım. Benimde şuan tatlı krizi durumuma bu yazı gayet normal bence. Hem belki tavsiyemi dinleyip Liva'ya waffle yemeye giden biri güzel bir waffle yemiş olur belli mi olur...
Not: Masamdaki ve etrafdaki herkesin önünde yemeğinin fotoğrafını çekmek çokda doğal karşılanmıyor, bakın bloğum için neleri göze alıyorum:D

İşporta Bankacılığı

Kardesimin arkadaslarindan biri Turkiye nin en buyuk bankalarindan birinde kredi karti satis gorevlisi olarak ise girmisti. Gazetelerden kredi kartlarinin pazarlanmasinda yasananlari takip etmistim gecmiste ama bu kadar da trajik bir durumda oldugunu bilmiyordum. Guya bir suru kanun tasarilari hazirlandi duzenlemeler yapildi, hepsi yalanmis. Turkiye nin en buyuk bankalarindan biri olan bu banka, kardesimin arkadasina istanbul un en islek caddelerinde stand acmasini ve zabita gordugunde standi alip hemen kacmasini soylemis. Bu sacma calisma duzenine pek tabiki alisamayip 5 gunun sonunda isten ayrilmak isteyen arkadasa banka yetkilisi eger isten ayrilirsa onu mahvedecegini birdaha hic bir bankada is bulamayacagini ve 2000 ytl tazminat alacagini soylemis. Iste size Turk bankaciliginin hali, gulermisiniz aglarmisiniz size kalmis. Bu mantikla herhalde sadece Turkiye de basarili olunur. Dunya devi global firmalar bile Turkiye ye geldiginde calisma stilleri degisiyor. Hayret diyorum.

Benim Guven Endeksim

Bundan sonra bende kendime bir guven endeksi yapmaya karar verdim. Guven endeksim hemen sagda olacak bundan sonra. Her haftanin cumartesi gunu yenilenecek ve gerekceleriyle birlikte yayinlayacagim. Tamamen kendi onguru ve analizlerime gore endeksi belirleyecegim. Hangi metodolojiye gore hazirlayacagimi ise asagida anlatacagim.

Peki bu endeks benim ne isime yarayacak? Endeks gelecege yonelik endise ve umutlarimi icerecek. Eger ekonomik veya yasam kalitesi olarak yakin gelecegimizde bir azalma olacagini dusunuyorsem endeks asagi yonde hareket edecek veya artis olacagini ongoruyorsam o zamanda endekste yukari yonde bir artis olacak. Buda benim hayatimda alacagim bazi kararlari ne yonde alacagimda bana yardimci olacak.

Peki bu endeks sizin ne isinize yarayacak? Valla onu bilemeyecegim, ama benim ne isime yariyorsa isterseniz sizinde o sekilde isinize yarayabilir.

Simdi gelelim endeksi hazirlarken uygulayacagim metodolojiye. Endeksi oluşturup hesaplarken için kullandigim metodlar Michigan Üniversitesi Tüketici Güven Endeksi’nin metodlarını örnek alarak oluşturdum.(ne gergi varsa michigan universitesi metodunu kullanmanin diyebilirsiniz ama ne bileyim daha bir bilimsel olsun istedim.) Endeksim 0’dan 200’e kadar değer aralığına sahip ve Tamamen benim uydurdugum endeksin baz dönemini Eylul 2007 ve dönem endeksini 100 olarak belirledim.

Kendime her hafta yapacagim ankette su sorulari soracagim:
1-Bir yıl öncesine göre benim (ve benimle beraber olan ailemin) durumum daha mı iyi, daha mı kötü, yoksa aynı mı?
2-Geleceğe baktığımda, önümüzdeki bir yılda benim ve ailemin ekonomik açıdan daha iyi, daha kötü ya da aynı durumda olup olmayacağımiz konusunda ne düşünüyorum?
3-Bir ay öncesine göre Türkiye ekonomisinin durumuna ilişkin görüşüm nedir?
4-önümüzdeki 12 ay içinde Türkiye ekonomisi daha mı iyi, daha mı kötü olacak, yoksa aynı mı kalacak?
5-içinde bulunduğumuz dönem, televizyon, buzdolabı, mobilya gibi dayanıklı tüketim malları ile konut, ya da otomobil almak için iyi mi kötü mü?
Bu sorulara Daha iyi daha kotu ayni veya fikrim yok cevaplarindan en uygun olanini verdikten sonra kabul ettigim metodolojiye gore endeksi aciklayacagim.

Ilk endeksimiz 100 dur hepimize hayirli olsun, surekli yukselir hic dusmez insallah:)

Uyari: Bu endeks tamamen kendi yontem ve hislerime dayanilarak hazirlanacaktir, lutfen cok fazla ciddiye almayin...

28 Eylül 2007 Cuma

En Güzeli Doğalı

Ashlee Simpson burnunu yaptırmış. Hangi akıllı ona bu fikri vermiş anlamıyorum. Yada bu kararı kendi kendine almışsa onu uyaracak kimse yokmuymuş etrafında. Fazla lafa gerek yok ben fotoğrafları göstereyim kararı siz verin.

Öncesi(Sol Foto) Sonrası(Sağ Foto)




Türkiye'yi Kim Yönetiyor?

Kanal D nin A&G araştırma firmasına yaptırdığı anket sonuçlarından bazıları ezberimizi bozacak gibi. Mesela ankete katılanlara sizce Türkiye'yi kim yönetiyor sorusuna %36 sı Cumhurbaşkanı derken, sadece %16 sı başbakan diye cevaplamış. Yani Türkiye'nin %36 sı kendilerini Cumhurbaşkanının yönettiğini sanıyor. Peki şu sonuca ne demeli: Ankete katılanlara yeni Anayasa referanduma verildiğinde hangi yönde oy kullanacaksınız sorusu yöneltildiğinde %45 i evet %15 hayır ve %36 fikrim yok demiş. Burda enteresan olan şu: halkımız daha taslağı bile hazır olmayan bir anayasaya evet demiş.

Şimdi başka bir konuya değinmek istiyorum. Konya'da müftülük aile danışma ve destek merkezi kurmuş ve kocasından dayak yemiş kadınlara şu reçeteyi öneriyormuş. Bir sureden 3 adet su başında okuyacakmş ve o suyu içecekmiş işte o zaman onu kocası dövmeyecekmiş. Geçen gün tv de bir ramazan programını izlerken bir izleyici programı yapan diyanet yetkilisini arayıp miras hukuku hakkında birkaç soru sordu. Ve yetkilide islam hukukuna göre cevap verdi. Allah aşkına biri bana söylesin biz Suudi Arabistan'da mi yok İran'da mı yaşıyoruz. Her kadın programına bir ilahıyatçı abone olmuş hemen hemen hergün fetva veriyorlar. Organ vermek caiz mi şunu yapmak caiz mi bunu yapmak caiz mi. Hiç iyi görmüyorum halimizi. Dindarım diyen birçok insandan daha dinarım ama insanların dini istismar etmelerine gönlüm razı olmuyor.

Not: anketin tüm sonuçlarına kanal d nin sayfasından ulaşabilirsiniz.

24 Eylül 2007 Pazartesi

Korkunc Gercek 3

Kiz kardesim onur air firmasinda calistigi yillarda bir olayi anlatmisti. Aradan 2 yil gecti ve buna benzer enaz 20 olayi daha baska baska insanlardan duydum. Firmanin cagri merkezinde sef olarak calisan bir kadin, calisanlardan birine bagirarak onu aglatincaya kadar azarlamis. Bu sef bunu surekli yapiyormus, calisanlari asagilayip bagirarak verimlilik almayi dusunuyormus sanirim. Ya deneysel yonetim uyguluyor yada psikolojik sorunlari var kesin. Buyuk firmalarin buyuk departmanlarinda bu cok olagan birseymis. Bana garip gelen calisanlarin buna nasil katlandiklari. Ya da firmalarin baslarindaki insanlarin bu sef gibi insanlara ne ugruna katlandiklari, gercekten verimliliklerini artirabiliyorlarmiymis? Hani ekmek aslanin agzinda deyimi vardir ya o deyim yerini tamda bu zamanlarda buluyor bence. Heryerde insan kaynaklari sirketleri acilmis ve artik ise alimlari onlar yapiyorlar, onlarinda ise alimlari neye gore yaptiklarini inanin cok merak ediyorum. En onemsiz ise bile giriste 3 asamali sinav sistemi gelistirmisler. Sanki sirketlere genel mudur alacaklar, genel kultur, genel yetenek ve sayisal beceri alanlarindan yapilan yazili sinavlardan sonra birde bir takim mulakatlardan geciyorsunuz hemde bunlari en basit is icin bile yapiyorsunuz. Ise alimlar firmalara ne kadar buyuk bir yukmus ki bu isi uzerlerinden atar gibi bu insan kaynaklari firmalarina atmislar anlamis degilim. Devletimizin ise alim prosedurunden hic bahsetmeye gerek yok, o en berbati. Universitede 4 sene okuyup bir diploma almanin hic geregi yok aslinda, 3 aylik bir kursa gidip kpss sinavina girip ayni seyi hayli hayli yaparsiniz. Universite egitimi artik kpss sinavina giris kriterlerinden biri haline gelmis. Kpss den gerekecek puani alip birde gireceginiz kurumun yaptigi ayri bir sinavida kazanmaniz gerekiyor. Ne kadar guzel ki devletimiz ne zaman bir duzenleme yapsa bir suru yeni is alani ve istihdam ortaya cikiyor. Simdiki moda kpss kurslari. en ucuzu 2500 ytl den basliyor ve 3 aylik kurs paketi oluyor. Bu gece korkunc gercekler gecesi oldu sanirim, ne kadar cok negatif dusuncelerim var gibi gorunsede aslinda bu anlattiklarimdan kurtulmak cok kolay sadece biraz etrafimiza bakmamiz yeter.

Korkunc Gercek 2

Biraz dusununce hayatimda ne kadar cok korkunc gercek oldugunu anladim. Hatta korkunc gercek bolumumu acsam diye dusunmedim de degil. Bu sefer ki korkunc gercegim beni ilgilendirdigi kadar hepimizide ilgilendiriyor. Turkiyenin buyuk bir bolumu deprem riski altindayken depremle ilgili yapilan tek calisma deprem sonrasinda olusacak felaketi atlatmak icin yapilan organize. Halbuki bir insaat muhendisi olarak yapilabilecek o kadar kucuk ve sonuclari buyuk olacak sey oldugunu bilirken, gecmis yapilar uzerinde hicbir planlama yapilmadigi gibi yeni yapilarda da son derece yetersiz denetimle karsi karsiyayiz. Birinci elestirim kendi meslektaslarima olacak, mezun olur olmaz is hayatina atilip bir yandan da diplomasini yapi denetim firmalarina veren tum insaat muhendislerini kiniyorum. Onlar bu meslegin yuz karalari, 3 kurus daha fazla para kazanabilmek icin insan hayatiyla oynanmamasi gerektigini universitede ogrenemediyseler anne ve babalarindan da mi ogrenenmisler merak ediyorum. Bizim meslegimizde de hipokrat yemini gibi bir yemin olmali bence, cunku doktorlar ne kadar insan sagligiyla ilgiliyseler insaat muhendisleride o kadar hatta daha fazla ilgililer bence. Ikinci elestirim ise devletin yapi denetimi gibi bir sistemi ortaya atip sonrada onunla bir daha ilgilenmemesine. Nasil bir memleketiz hala anlamis degilim, bir iside duzgun yapabilmismiyiz merak ediyorum. Hala gozumuzun onunde nasil evler insaa ediliyor bir bilseniz. Ayrintilara inmiyorum ama sunu bilmenizde yarar var, bircogumuzun yasadigi evler mezarimiz olacak ve bununla ilgili kimsenin birsey yaptigi yok. Gelismis ulkelerde insaat muhendisleri medeniyetle birlikte anilir, medinelesmeyi sehirlesme ve yapi kulturuyle eslestirirler. En yuksek binayi yapan en gelismis kabul edilir, en duzenli sehirciligi yapmis disiplini simgeler vesaire vesaire... Carpik yapilasma olmayan sehircilik kulturumuzu tamamiyla degistirmek hic zor degil, iyi bir planlama ve dunyadaki ornekleri iyi inceleyerek cok kisa zamanda yeniden yapilanabiliriz. Bunu deprem kapimiza dayanmadan bile yapabiliriz. Deneme yanilma yontemiyle birseyleri ogrenebilecek zamanimiz kalmadi ne yazik ki. Biran once birseyler yapilmali, bunun icin yasadigimiz felaketleri unutmamali ve bizi yoneten yoneticilere de unutturmamaliyiz.

Korkunc Gercek

Blog yazmaya basladigimdan beri aklimda olan ve bir turlu kabullenmek istemedigim, hatta kabullenmeye en yakin oldugum zamanlarda bile belki birgun degisecegine inandigim ve inatla hicbir gelisim kaydetmeyen birseyi bugun tam anlamiyla kabul ediyorum. Evet ben yazamiyorum. Aklimdakileri yaziya istedigim sekilde birturlu dokemiyorum, ya yazinin ortasinda kafam dagiliyor baska baska konulara giriyorum yada yazdiklarimi yayinlamaya deger bulmayip siliyorum. Bugune kadar yazilarimi okuyan herkese tesekkurler. Bu son cumle sanki yazmayi birakcakmisim gibi oldu ama maalesef birakmiyorum. inatla devam, belki hic bir zaman yazilarim cok guzel olmayacak ama bugune dair birseylerimi gelecege tasimis ve kanit haline donusturmus olacagim. bugune kadar sabirla okumaya devam edenlerden sabirlarinin devamini diliyorum.

23 Eylül 2007 Pazar

Ucus Fobisi

Haytimda kimi zamanlarda ogrenme hastaligin kapiliyorum. Bugunlerde de boyle bir donemden geciyorum. Herseyi ogrenmek istiyorum. ayni anda 3 dil kursuna birden devam etmek istiyorum. surekli biseyler okuyorum ve bir amac ugruna degil. Oyle roman falanda degil okuduklarim hepsi salt bilgi. Beynim almaya cok acik oluyor bu donemlerde. Verimli kullanmak istiyorum boyle oldugumda ama ne zaman bu moddan cikarim onuda bilmiyorum. Bugun MTV ve HP nin duzenledigi kuresel proje yarismasina katilmaya karar verdim. Hemde iddaali bir projeyle. Proje bitsin ve basvuruyu yapayim fikri burdanda paylasacagim.

Son gunlerde cok fazla yolculuk yaptim. Hemen ucak fobimi yenmem gerekiyor buna karar verdim. Otobusle yollar bitmiyor cunku. Ucaklarla ilgili bir fikrim var. Ucaklar aerodinamik nedenlerden dolayi dis kaplama malzemesini kara kutununkiyle aynisiyla imal edilemiyor sanirim. aslinda oyle olsa ne guzel olur degil mi dusse bile hicbirsey olmazdi. Boylelikle bende rahat rahat binebilirdim ucaga. Hani diyelim bunun olmasi mumkun degil. Peki Kocaman ucakta kara kutunun yapildigi malzemeden yapilan iki uc kisilik bir kabin yapilamaz mi? benim gibi insanlar icin. Bu fikrim yapilana kadar ben ucaga binmek icin baska yontem bulmaliyim.

22 Eylül 2007 Cumartesi

Deli Sacmasi: Ermeni Soykirimi

Kendimi bildim bileli tam bir kuskucuyumdur. Tabi kuskucuyum dediysem de kuskuculugun babasi olan Pyrrhon kadar da kuskucu degilim. Oyle ki Pyrrhon la ilgili bir hikayeyi duydugumda benim kuskuculugumun onunkindan cok farkli oldugu iyice pekismis oldu. Pyrrhon bir eylemin digerinden daha akillica oldugundan emin olmamiz icin asla yeterince bilgiye sahip olmadigimizi ileri surmustu. Oykuye gore Pyrrhon gencliginde bir aksam felsefe hocasini kafasi bir cukura sikismis ve kendini kurtaramayacak bir durumda gorur. Bir sure onu izledikten sonra hocasini disari cekmenin bir yarari olmayacagini dusunmek icin yeterli neden olmadigina karar verip yoluna devam eder. Onun kadar kuskucu olmayan cevredeki insanlar hocayi kurtarirlar ve Pyrrhon u acimasizca suclarlar. Ancak hocasi kendi ogretisine sadik kalarak onu tutarliligindan dolayi kutlar. Iste ben bu olcude kuskucu olmasamda yinede kendimi bir acidan da kuskucu olarak tanimlayabiliyorum.

Bakin kuskucular birseyin dogru kabul edilebilmesi icin neyin olmasi gerektigini soyluyorlar: 1 Uzmanlar bir goruste hemfikir ise bunun tersinin dogru oldugundan emin olunamaz. 2 Uzmanlarin hemfikir olmadigi bir gorus uzman olmayanlarca kesin dogru olarak kabul edilemez. 3 Butun uzmanlar dogru olmasi icin yeterli neden bulunmadigini kabul ediyorlarsa siradan bir kimsenin karar vermekte cekingen davranmasi akillica olur.

Bu kadar sey soyledikten sonra pek tabiki nereye baglayacagimi tahmin etmeniz olasi. Yazi ermeni soykirimi iddaasiyla ilgili. Dunyada devletlerinin bu konudaki davranislari ve bizim buna vermis oldugumuz tepkiyi irdeleyecegiz. Herhangi bir neden akilci nedenlere dayaniyorsa insanlar bu nedenleri ortaya koyar ve etkilerini beklerler. Boyle durumlard bunlari atesli bir sekilde savunmazlar. sukunetle benimserler ve nedenlerini sogukkanlilikla aciklarlar. atesli bir sekilde savunulan gorusler asla iyi bir temele dayanmyan goruslerdir. Simdi birseyin dogru kabul edilmesi icin gerekli kriterler olarak siraladigimiz uc maddeye geri donelim. Ermeni soykirimi iddaasi konusunda uzmanlarin cogunlugu boyle birseyin olmadigi savunurken, bazi ulkelerin bunu goz ardi ederek atesli bir sekilde soykirimi savunmasi sizce akilci bir davranis mi? Tabiki degil. Peki bazi yazarlarimizin yaptigi gibi Turkiye' nin karsit tezini bagira cagira anlatmasi mi gerekir? Buna da tabiki hayir. Aynen suan ki yaptigi gibi sogukkanlilikla ve sukunetle ortaya koydugumuz akilci nedenlerin etkilerini beklemek.

Simdi ermeni soykirimini savunarak her firsatta gundeme getiren ve zavalli haldeki ermeniler icin aglayanlar birinci dunya savasinda ateskes sonrasinda Almanya ve Turkiye'ye yapilan ablukayi uzatmislardi. Bu abluka cok sayida cocugun olmesine neden oldugu biliniyordu, ama dusman ulkelerin nufusunun azalmasi arzulaniyordu. Kendi hatasini gormeyip sadece bizi suclayan ulkeler bir delinin davranisindan farkli bir davranis icinde degildirler. Iste tamda bu noktada Bertrand Russell in bir kitabindan bir alintiyla yaziyi noktalamak istiyorum. Butun bir ulus bir kuruntuya kapildigi zaman, savlarina karsi gelindiginde kapildiklari ofke tek bir delininkiyle aynidir, fakat o ulusun aklini basina getirecek tek sey savastir. Temennim iste bu deli ulkelerin sonunda bir savasa yolacmadan bu akil disi savlarindan vazgecmeleridir.

Trabzon'da Nerde Kalinir?


Son zamanlarda dogu karadeniz turlari cok populer oldu. Neredeyse guney illeri kadar populer olacak. Her sokakta turistler gormek pek mumkun. Hemde her memleketten insanlar, yayla turizmi kadar sehir turizmide son zamanlarda iyiden iyiye artti. Yeni belediye yonetimi bircok kentsel donusum ve resterasyonuda tamamlamak uzere.

Birde sehrin gobeginde bir otel var ki ondan bahsetmeden gecemeyecegim. Otel zorlu holdingin patronu tarafindan Trabzon halkina bir vefa borcu olarak yaptirilmis. Bu otelin adi Zorlu Grand Otel. Otelin heryerinde Selcuklu mimarisinin etkileri goruluyor. Dis cephesindeki kabartmalar ve girisindeki sutunlar selcuklu mimarisini birebir yansitiyor. Selcuklu mimarisinin en onemli unusuru olan ve hatta dunyaca unlu oteller zinciri hyatt a da ad veren hayat bolumu otelde unutulmamis. Tamda adindan anlayabilecegimiz gibi gun isigi ve suyun bulustugu yer yani hayat. Odalarin bir kismi Trabzonun iki buyuk caddesine bakarken diger odalarsa lobiye yani hayat bolumune bakiyor. Hayatin tavan kisminda bulunan cam tavan hem gun isigini iceri alirken hemde uzerindeki usta vitraylarla iceride sahane isik oyunlarin neden olabiliyor.

Trabzona gittiginizde selcuklu mimarisini birebir yansitmayi basarmis zorlu grand otelide gormeyi unutmayin bence, resimler herseyi anlatiyor sanirim.

Trabzon@

2 Eylül 2007 Pazar

Veee Tatil Bitti....

Veee geri dondum, tatil biraz kisa oldu ama bana bu yetiyor inanin. Tatilden bahsedecek pekde birseyim yok, bir onceki yazimda yazdigim gibi gercekten gunselendim ve denize, havuza girdim. Ama yinede birkac gozlemim oldu onlari daha sonra paylasmayi dusunuyorum, daha eve gireli 15 dk olmadi cunku.

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Beni Bekle Tatil....

Herkes tatilden donerken ben daha yeni cikabiliyorum. Ama olsun bunada sukur, bunyemin inanilmaz ihtiyaci var buna. Beni tatil anlayisim deniz, kum, gunes kombinasyonun biraraya gelmesidir ki tamda bu sekilde bir tatil planladim. Gittigim yerden yazabilirmiyim bilmiyorum ama zaten yazabilsemde yazmak isteyecegimi sanmiyorum.

Gitmeden once son bir konuya degineyim istedim. Hurriyet te Enerji sen baskaninin bir konusmasini gordum. Yok efendim Turkiye de 10 milyar dolar ruzgar ve su bosa gidiyormus, bu potansiyeli kullanamiyormusuz. Bende bu tatilimi bu kullanamadigimiz enerjiyi nasil olurda kullanabiliriz bunu dusunmekle gecirmeyi dusunuyorum. Simdilik aklima gelen birkac oneriyi sizinle paylasmak istiyorum, emin olun enerji sen in baskaninin konusmasi ne kadar mantikliysa benim fikirlerimde o kadar mantikli. Ilk fikrim bosa giden ruzgar enerjisini kullanmakla ilgili. Mesela yelkenli arabalar yapabiliriz. Boylelikle hem petrolde disa bagimliligimiz azalir hemde ruzgar enerjisinin bosa gitmesi engellenmis olur. ikinci onerim ise yurtdisindan beyin gocu saglanip getirilen bilim adamlarinin suyla calisan motor yapmalari saglanmali. Bu sayede bosa akan sularinda bircogunun bosa gitmesi engellenmis olur. Daha bircok ornek verebiliriz, ben tatilde baska bircok fikir daha bulmayi dusunuyorum. Sizde bu arada bos durmayin bosa giden milli serveti degerlendirmek icin fikirler uretin. Hepinize iyi tatiller, yani bana iyi tatiller...

Not: Son birkac cumartesidir Ankara laila ya gittigimizi yazmistim bir onceki yazimda. Nasil bir bunyem varki nereye gitsem kurutuyorum, dun Ankara Laila nin kapatilip sahane adinda alkol olmayan bir eglence mekanina donustugunu duydum. E tabi ben zaten boyle olacagini biliyordum, AK parti genel merkezinin hemen arkasinda boyle bir mekanin barinacagina zaten inanmiyordum. Adamlar Turkiye de boyle bir tek mekan bile birakmamak icin ugrasirken arka bahcelerinde Lailanin olmasi garip olurdu degil mi. Tatile gidiyorum dedim bakin yine nasil konulara girdim, amaaannn bana ne bunlardan ben guneslenip bol bol denize girmeye gidiyorum artik bunlar ne kadar ilgilendirsin beni siz dusunun...

22 Ağustos 2007 Çarşamba

Trabzon Macerasinda Son ve Degnekcilere Karsi Ben

uzun zamandir yazmadigimi farkettim. bunun en buyuk nedeni hic bitmeyen bir misafir trafigine girmis olmamizdi. Sunu tekrar farketmis oldum Ankara gezilecek bir yer degil, ama tam bir yasanacak sehir. Misafirlerimi gezdirirken baya zorlandim cunku cokda enteresan yer bulamadim acikcasi. Bu gezmelerin bana kattigi en iyi sey ben Trabzondayken acilmis bircok yeni mekani kesfetmis olmam herhalde. Mesela hayatimda ilk defa gecen gun nargile ictim, hicde guzel birsey degilmis gormus oldum. Okulun bitmesiyle benimde Trabzon maceram tamamen bitmis oldu. Trabzon da hayata dair cok sey ogrendim. Bunlarida bir yazida toplamak istiyorum ama o yazi bu yazi degil. Tekrar Ankarali oldum ve alismamd cok zor olmadi. Ankarayi sevenler tam sever ayni benim gibi. Baska yerde yasayamacakmisim gibi geliyor. Hani hayvanat bahcesinde kafesteki aslanlari gorupte keske anavatanlarinda yasasalar deriz ya, bende Ankara disinda ayni oyle oluyorum. Ankaradaysa anavatanimdaymis gibi oluyorum.

Ankaraya yolu duseniniz olursa gidipte iyi yemek yiyebileceginiz iki mekandan bahsetmek istiyorum. Biri White House hani su bildigimiz beyaz saray. ismini suleyman demirelin guniz sokaktaki unlu villasinin karsisinda oldugundan aldigini dusunuyorum. Aslinda white house tek restaurant degil, menulerinden logolarina kadar herseyi birbirinden farkli 4 restauranttan olusuyor. Ben kebabcisi nar-i kebab ve italyan restauranti restoya gittigimden yalnizca onlardan bahsedebilecegim. Kebablarinin cok lezzetli oldugunu soyleyemem. Tabi antepte yedigim kebablardan sonra hicbir kebab guzel gelmesede yinede daha iyisini beklerdim. Ama nar-i kebab a giderseniz yemekten once kuru patlican dolmasini istemeyi sakin unutmayin. Restoya gelince 5 peynirli raviolisi superdi diyebilirim, ayrica iki restaurantinda atistirma menuleri guzel sadece atistirmaya bile gidilebilir. Bunlarin haricinde benim gitmedigim iki restauranti daha var onlarda deniz urunleri ve lunchbox.

Bide Fige den bahsetmek istiyorum, fige de atakulenin tam karsinda yine bir villadan restauranta donusturulmus biryer. Bahcesi aksamlari cok guzel oluyor. Burda da yine atistirma menusunu cok sevdim diyebilirim. Ben karisik bir tabak yaptiriyorum, icinde de meksika boregi, hellim peyniri, citir tavuk falan filan oluyor. Birde onericek olursam 4 peynir soslu bonfile guzel bir yemek bence. Ben hic denemedim ama kambocya mutfagindan da birkac yemek var menude. Belki siz denemek istersiniz, denerseniz yorumlara yazmayi unutmayin.

Hmm bide gece hayati var tabi, misafir olunca gece disari cikmamak olmuyor tabiki. Ben gece disari cikmayi seven birisi degilim aslinda. Tam bir ev kusuyum ama boyle ekstrem durumlarda da cikmiyor degilim. Ozellikle canli muzik yapilan yerleri oldum olasi sevmemisimdir. Disari cikacaksamda guclu bir dj in performansini tercih ederim aslinda. Salata mesa, yeni mayday cayyolu, nyx arjantin derken sonunda mekanimi buldum. Ankara Laila yaz aylarinda kapali mekanlarda hic rahat edemeyen bana tam ilac gibi geldi. Tabi eksikleride yok degil ama Ankara gibi eglenme konusunda kit bir kente fazla bile bence. Bodyguardlar mekanin icinde degilde disinda dursalar bence cok daha iyi olacak ama herhalde isletmecilerinde bir bildigi vardir herhalde. Simdilik her haftasonu ordayiz ama bu daha ne kadar devam eder bilmiyorum.

Misafirlerimden biride halam ve kuzenlerimdi. onlarla belkide 10 senedir gitmedigim Genclik parkinda ki luna parka gittim. Yillar once heveslene heveslene bindigim tum seylere simdi bakamadigimi farkettim. Yas insani ne kadar da degistiriyormus. Annem halam ve beni ulustaki haci bayram camii ne ve ordaki turbeye goturdu. Ordanda haci bayramin da hocasi olan gul baba nin turbesine goturdu. Ankaranin gobeginde valiligin hemen yani basindaki insanlarin yasam tarzlarini gorunce cok sasirdim. Devletimiz hemen yani basindaki insanlarina sahip cikamiyorsa tum ulke sahipsiz kalmis diye dusunmeden edemedim. inanilmaz bir sefalet soz konusu, cok uzuldum. uzuldugum tek sey de bu olmadi, genclik parkinin halinede cok uzuldum. Suan kapali durumda ve yenileme calismalarida mahkeme karariyla durdurulmus, kaldirim taslarinin bile tamami sokuk. Yani Ankara da sadece su sorunu yok.

Birde Ankara da neden hic otopark yok bir bilen varsa bana da soylesin lutfen. Birkac yerdeki cok katli otoparklar haric nerdeyse tum onemli yerlede otopark yok. Guzel mekanlar ya bahceli 7. cadde de yada tunali hilmi bestekar sokakta. Ama ne 7. cadde de ne de bestekar sokakta bir tek otopark yok. Neyse ki 7. cadde de sokak aralarinda park edilebilecek yer var ama bestekar sokakta o da yok. Her sokak basini bir degnekci tutmus, devletin yolunu parsellemis kiraliyor. Dunyada en nefret ettigim sey insanlarin haketmedigi parayi talep etmeleridir. Sen kalkipta bunu degnekciye soylediginde ise tamam abi sen birak arabayi ama dondugunde arabayi saglam bulamazsan bize kizma gibi sacma sapan bir cevap aliyorsun. Belediye yolarina sahip ciksada bundan bir para kazanilacaksa belediye para kazansa ne olur? Parkedilmez levhasi olan her yol basinda 3 trafik polisi beklerken ayni levhadan 20 m de bir olan bestekar sokakta neden bir tek trafik polisi bile goremedigimi de biri bana anlatirsa cok sevinecegim. Bu degnekcilerin yaptiklarina belki birileri ekmek parasi kazanmak diyebilir ama ben eskyalik diyorum. Sanirim yaziyi cok uzattim, devamini baska bir yazida anlatayim simdilik bu kadar. Bu arada blogu ihmal ettim ama sadece yazmayi ihmal ettim, takip ettigim tum bloglari bu aradada takip etmeye devam ettim.

29 Temmuz 2007 Pazar

Esmeralda

Sütü seven kamyoncu ve bana kitap alı yapan çocuklar bu seferde esmeraldayı denemişler. Ben çok güldüm bir deneyin isterseniz.

28 Temmuz 2007 Cumartesi

Cem Adrian

Zaten uzun zamandır takip ediyordum Cem Adrian'ı bu sene canlı performansınıda dinleme fırsatım oldu. Ama Miss Turkey 2007'de ki performansını dinlememiştim. Dinledim bir kez daha hayran kaldım.

23 Temmuz 2007 Pazartesi

Hanimiş de Hanimiş???

Hanimiş de hanimiş benim küçük kız kardeşim??? Bakın burdaymış. Benim için hep küçük kız kardeşim olacak ama yavaş yavaş onun büyüdüğünüde kabul etmek lazım sanırım. Baksanıza neler neler yazmış. Neler neler bilirmiş:D Şimdiden fanın, takipcin oldum kardişim. Başarılarının devamını diliyorum...

19 Temmuz 2007 Perşembe

ABD'ye Bir Gönderme Daha...

Geçen haftasonu 28 gün sonra filminin devam filmi olan 28 hafta sonra filmini izledim. Filmde ilk bölümünden hayatta kalan hiçbir karakter oynamadığından devam filmi demek biraz zor gerçi. Film ilkinden biraz farklı daha fazla gerilim var, biraz daha fazla kan var ama asıl fark ABD'ye yapılan göndermelerde. İlk filmi izleyenler bilir, bir kuduz virüsü britanya adasında hayatta kimseyi bırakmaz. İkinci filmde ise tamamen insansız kalan britanya adasına ABD'nin askeri gücünün yerleşip virüsten kurtulan veya o sırada britanyanın dışında olanları tekrar yerleştirme görevine soyunur. Tabi hesaba katmadıkları birşey olur ve virüs tekrar hortlar, tekrar yerleştirilen insanlardan bazıları hasta olur. Bunun sonrasında ABD kuvvetleri virüslü virüssüz hasta sağlıklı herkesi vurmaya başlar. Bu bana biraz ABD'nin Irak'ta başına gelenleri anımsattı. Film ABD'ye yapılan göndermelerin dışında da birkaç senaryo hatası dışında bence etkileyiciydi.

18 Temmuz 2007 Çarşamba

Su Problemi Kapıda!!!

Gazetelerin hergün attığı başlıklar gibi bir başlık atmak istedim. Bu tip başlıklar ne kadar komiğime de gitse herhalde bu başlıkları atanların bir bildikleri vardır. Şimdi anlatacaklarımla su problemimiz var mı yoksa suyu biz mi problem haline getirmişiz siz karar verin.

Türkiye'de yıllık ortalama yağış 610 mm dir. Buna tekabül eden su potansiyeli ise 518x1000000000 m3 tür. Bunun akışa geçen kısmı ise 214 mm'dir. Buna karşılık gelen su ise 166.8x1000000000 m3 tür. Çeşitli nedenlerden bu bu potansiyelin tamamını kullanmak imkansızdır. Ama bizim kullanabildiğimiz kısmı tam bir komedi. Biz bu su potansiyelimizin sadece 70x1000000000 m3 ünü kullanabilmekteyiz. Peki neden?

Suyu kontrol etme isteği insalık tarihiyle birlikte başlar. İlk medeniyetler ve toplulukların yerleşim alanları incelendiğinde genellikle su kenarlarına kuruldukları görülmektedir. Nil vadisi, Mısır, Mezopotamya, Elam, Asur medeniyetleri gibi Mısır'da M.Ö. 5000 yıllarında Kral Menes Menfiz civarında Nil nehri üzerinde büyük bir baraj yaptırıp sulama için kullanmıştır. Kraliçe Semiramis tarafından M.Ö. 4000 yıllarında yaptırılmış kanallar bugün hala çalışır durumdadır. M.Ö. 2200 yıllarında Hamurabi kanunları sulama kanallarının işletme ve bakım esaslarını içermektedir. G. Amerika'da yerli halk tarafından sulama tesisleri M.Ö. 1000 yıllarında yapılmıştır.

Birazdan günümüz dünyasından bahsedelim. İkinci dünya savaşından sonra bütün ülkeler bir kalkınma çabası içerisine girmiş, sermaye, kaynak, emek ve teknolojilerini biraraya getirerek üretim seviyelerini yükseltmek ve insanlarını daha rahat bir yaşama düzeyine eriştirme çabalarına girişmişlerdi. Doğal kaynaklar bir ülkenin sahip olduğu en büyük potansiyeldir. Peki biz bu kaynaklarımızın ne kadarını kullanabiliyoruz. Küresel ısınmayı kullanmayı bizim yöneticilerimizde öğrenmiş bunuda görmüş olduk. Tüm suç küresel ısınmada barajlarımız kurudu su veremiyoruz diyorlar şimdide. Yıllarca gerekli planlamayı yapmayıp yeni barajlar yapmayan yönetimlerin aslında tüm suç.

Şimdi bazı şeyler duyuyorum, Ankara'da 5 günde bir su verilebilecekmiş. Bu nasıl kabul edilebilir. Kendi yaptıkları yanlışları nasıl halktan katlanmalarını beklerler. Bunun nasıl sonuçlara yol açabileceğini kimse düşünmemiş mi. Bu salgın hastalıkların kapımızda olduğu anlamına gelir. Bu günlerde başımıza ne gelse umursamaz olmuşuz. Kendimizi tamamen seçime kaptırmışız başımıza ne gelirse gelsin umursamaz olmuşuz. Çok geç olmadan tepkimizi gösterelim.

Türk Hukuk Sistemi-2

Türk hukuk sistemi üzerine daha önce bir yazı yazmıştım. Bugün okuduğum bir haber üzerine birkaç ekleme daha yapayım istedim. Ancak uzun uzun yazdıktan sonra tüm yazdıklarımı silip sadece haberde ki bir paragrafı sizinle paylaşıp yorum yapmamaya karar verdim. Çünkü hukuk sistemine hala güvenmek istiyorum, çünkü hepimizin birgün ona ihtiyacı olabilir.

"Polis memuru Bülent Cengiz, 12 Ekim 2004'te baba evine sığınan ve barışmaya ikna edemediği eşi Zeynep Cengiz'in yüzüne ve vücuduna kezzap atarak yaktığı gerekçesiyle tutuklandı. Hakkında 11 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan Cengiz, 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı."

Asıl ilgilenmemiz gereken kısmı ise şu:
"HÂKİM KARARA ŞERH KOYDU"
" Mahkeme Başkanı Ahmet Ateş'in itiraz şerhinde ise şöyle denildi: "Zeynep Cengiz'in eşinin görev yerine gitmemesi, eşlerin birbirine karşı göstermeleri gereken dayanışma, yardım ve özveride bulunmamasının sanıkta kızgınlık ve öfke yaratması toplumumuzda bilinen düşünce ve yaşayış tarzına göre beklenen bir durumdur. Bu nedenle de cezasından indirim yapılması gerekir. Bu durum göz önünde bulundurulmasa bile hükmolunan ceza ve tutuklukta geçen süresine göre salıverilmesi gerekir.""

5 Temmuz 2007 Perşembe

Seni Tenhada Kıstırırım:-)

Uzun zamandır snuff tarzı film izlemeyi özlemiştim. 6. hisle başlayan, sonu ilginç gerilim filmlerinden gına gelmişti. Tamda benim özlemimi giderecek bir film geçen hafta vizyona girdi. Tabi bende vakit kaybetmeden filme gittim. Filmin adı "Boş Oda". Konusu ise biraz alışıla gelmiş; iki çift tenhada ki bir otelde 3 katil tarafından kıstırılır. Gerisi o çiftin hayatta kalma savaşı. Sonu biraz saçma bitsede gerilim olarak tatmin edici bir filmdi. Filme geç seansta gitmiştim ve filmin sonunda salondan çıkmaya çalıştığımızda kapıların kilitli olduğunu farkettik birkaç dakika salonda kilitli kaldıktan sonra çıkmayı başardık. Tamda böyle bir filmde başımıza böyle birşeyin gelmesi komikti. Korkmadım desem yalan olur.

4 Temmuz 2007 Çarşamba

Türk Üniversiteleri ve Sırbistan'ın Tavrı

Türk üniversitelerinin tümünün yıllık harcamalarının toplamı ABD deki veya Avrupa'da ki birçok üniversitenin tek başına yıllık harcaması kadar. Üniversitelerimizin birçok eksiği var şimdi burda bunlardan bahsetmeyeceğim. Eksikler çok ve görmeside çok kolay, biraz da artılarından bahsedelim. Bu kadar bütçe ve bu kadar özerkliğe yinede iyi şeyler yapılmış deniltecek şeyler bu artılar. Yunanistan' da okuyan bir arkadaşım dünyanın ilk üniversitelerinden biri olan Aristotales Üniversitesine en iyi dereceyle kaydını yaptırmak için tam 2 hafta uğraştı ama o sırada öğrenciler dersleri boykot ettiği için okulun ilk 3 ayı kaydını bile bitiremedi. Mesela Türkiye'nin birçok üniversitesinde okul kaydıda ders kayıtları da internet üzerinden kolaylıkla gerçekleştirilebiliyor.

Belçika'da okuyan Türk arkadaşlarım Türk düşmanı hintli profesörleri yüzünden eğitimlerini bırakıp Türkiye'ye geri dönmek zorunda kaldılar mesela. Böyle bir olayla Türkiye'de karşılaşamazsınız. Kendi okuduğum üniversitede yunanlı öğrencilere bile herhangi bir zorluk çıkarılmıyor.

Aklıma gelmişken söyleyeyim bu sırpların bizimle ne derdi var bir bilen varsa yazsın lütfen. İlk olarak Eurovision finalinin Türkiye'de yapıldığı sene Sırbistan finalistinin Türkiye aleyhine yaptığı konuşmalara anlam verememiştim. Şimdi de Trabzonda düzenlenen Karadeniz oyunlarına katılacağı halde son anda siyasi nedenlerden ötürü geri çekilmişler. Çekilmişler ama neden? Onca sorunumuz olan Yunanistan, Rusya ve Ermenistan bile yüksek sayıda sporcuyla katılırken Sırbistan'ın siyasi nedenlerden katılmamasına anlam veremedim.

3 Haziran 2007 Pazar

18 Mayıs Kaçamağı

18 Mayıs kaçamağı..İstanbuldan gelen arkadaşlarımızla Ayasofya'nın bahçesinde yediğimiz felsefi bir yemek başrolde: KUYMAK masadaki 1kişi hariç herkes bu yöresel yemeğin delisi :) bitiminde 1 hayran daha kazanmış olmak şaşılacak bir durum olmadı o yüzden.uyarılmazsanız benim gibi ilk yediğinizden kabarmış damağınız olur,becerebilen fotomdaki gibi şova dönüştürebilir yemeği, aslında daha da uzuyordu da ben objektif çok uzaklaşmasın da bende nasipleneyim istedim :p çatalların ucunda gördüğünüz padişah kavuğu gibi şeylerde spiral kuymak,bir tek bu şekilde yemek mümkün bu kahvaltılık yada brunchlık yemeği..kazanla istediğimiz kuymağı yerken oldukça eğlendik.tabu xl oyununun mor canavarıyla oyun oynayanlar bilir ne kadar eğlenceli olduğunu kuymak yemek de en az bi o kadar eğlenceli hatta o mor yaratığın yemek versiyonu biraz yağlı,kaynar ve sarışını :) istanbul tayfasından duyduğumuza göre alternatif yerler mevcut bu yemeğin olduğu ama ben denemek isteyenler için tarifini vereceğim,sakın malzemelere kanıp da bu ne böyle deyip burun bükmeyin,inanılmaz bi lezzet,denemekte fayda var.


KUYMAK(2 kişilik)

Malzemeler:Mısır unu(kavrulmuş daha pratik)
Tereyağı 2-3yemek kaşığı kadar
1kupadan 3parmak daha az su
telli kaşar
Yapılışı:tavada tereyağını eritip,2 tepeli yemek kaşığı mısır ununu ekliyor biraz kavuruyorsunuz(eğer kavrulmamışsa bu süreyi daha uzun tutun) suyu yavaş yavaş ekleyerek karıştırın.unun cinsine göre su miktarı azalır yada çoğalır,kıvamımız katı kek hamuru gibi olacak.kaynamaya başlayınca peyniri yüzeyini dolduracak kadar koyun ve karıştırın,bırakın..yağı yüzüne çıkana kadar yani yağını kusana kadar ocakta kalsın ve dibinin tutması en büyük özelliği,zamanında kavgalar çıkarmış :) afiyet olsun.

Not:Trabzon Araklıdan çıktığı söylenir,Rumlardan kalma bir yemek olduğu da söylentiler arasında,bilemiyorum doğruluğunu ama bilgi bilgidir.

yazar: ebru er

30 Mayıs 2007 Çarşamba

Küresel Isınma? Küresel Soğuma?

Bugünlerde hangi bloga baksanız bir küresel ısınma yazısıyla karşılaşıyorsunuz. Bizde blog olarak bu konuya birkaç kez deyindik. En son yazımıza gelen yorumlar biraz yanlış anlaşıldığımızı düşünmeme neden oldu. İlk önce birkaç şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum.

1- Küresel ısınma gerçekleşmiyor dememekteyiz, ama bu bazı şeylere kuşkuyla bakmayacağımız anlamına gelmez. Küresel ısınma yoktur demiyoruz ama varlığınada kuşkuyla bakıyoruz. Bu kuşkularımızı biraz sonra grafiklerle anlatacağım.

2- Küresel ısınma varsa bile buna insanların neden olduklarına inanmıyoruz, ama bu kesinlikle insanların doğayı katletmedikleri, doğal kaynaklarımız tahrip etmedikleri anlamına gelmez. Asıl ilgilenmemiz gereken alanlardan uzaklaşıyoruz, küresel ısınmaya fazla odaklanarak doğal kaynaklarımızı nasıl yokettiğimiz gerçeğinden uzaklaşıyoruz.

3- Küresel ısınma konusunda neden bu kadar kuşkucu olduğumuzu bu konuda çok heyecanlı olan dünyanın önde gelen bilim adamlarının bir teorisini sizinle paylaşarak anlatmak istiyorum. 2005 yılında Dennis, Katrina, Emily, Rita ve Maria isimli 5 büyük kasırga meydana geldi. Dünyanın önde gelen bilim adamlarına göre bu kasırgalara Küresel ısınmadan dolayı Meksika körfesindeki suyun ısınması neden oluyordu. Bu teorilerine göre 2006 yılı için tahminde bulunan bilim adamlarına göre 2006 yılında rekor sayıda kasırga bekleniyordu. Peki sizce 2006 yılında kaç tane kasırga oldu? Cevap veriyorum "sıfır".

Şimdi grafiğimizi inceleyelim. Grafikte gördüğümüz gibi 1920-1940 arasında ısınma ve 1940-1975 arasında soğuma ve tekrar 1975-2000 yılları arasında da ısınma yaşanmış. Bu grafiğe göre küresel ısınma olduğu ne kadar aşikar değil mi. Ama aşikar olan başka birşey ise dünya, hakkında bir kanıya varabilmek için bu kadar küçük zaman dilimlerine bakamayacağımız kadar yaşlı bir gezegen.

Şimdi ikinci bir grafiğe bakalım. Bu grafikte de dünyanın 3000 yıllık sıcaklık değişimini görüyoruz. Bakın 3000 yıl önce dünya şimdiki sıcaklığından 5 derece daha sıcakmış. Ve 3000 sene içindeki sıcaklık değişimlerini hep ani yaşamış, ani olarak sıcaklık artmış ve ani olarak sıcaklık azalmış. Dünya hakkında 60 yıla bakıp karar vermeyeceğimizi düşündüğümüze göre 3000 yıla bakıpta karar vermemiz yanlış olur.

Gelin daha da geçmişe gidip dünyanın 400000 senelik sıcaklık geçmişine göz atalım. Bu grafikte görüldüğü gibi dünya 100000 senede bir 5 derecelik bir sıcaklık artışına maruz kalıp hemen akabinde de ani bir soğumayla uzun süreli buzul çağına girmiş. Yani biz küresel ısınmadan söz ediyorsak, asıl korkmamız gereken küresel soğumadır bunu unutmamalıyız.

O kadar anlattık şimdi bir sonuca varalım.
1- Küresel ısınmanın varlığı kuşkuludur. Ama kuşkuludur diyerek bir kenara itmek yanlış olur.
2- Küresel ısınmanın dünyanın kendine özgü bir süreci olduğu ortadadır, bunu engeleyemediğimize göre bunu nasıl atlatırız buna kafa yormalıyız.
3- Küresel soğumaya da en az küresel ısınma kadar önem vermeliyiz, çünkü olası bir küresel ısınmanın hemen akabinde dünyayı bir küresel soğuma beklemektedir.
4- Küresel ısınma adı altında yapılacak enerji tasarrufu projelerine kesinlikle destek veriyorum ama bunu rant kapısı olarak kullanmak isteyenlere kesinlikle karşıyım.

Bu yazıdan sonra blog olarak küresel ısınmaya bakış açımız daha anlaşılır hale gelmiştir diye umuyorum.

20 Mayıs 2007 Pazar

Küresel Isınma Dolandırıcılığı?

Blog olarak global ısınmaya insanların neden olduğuna inanmayanlardanız. Bunu daha önce defalarca yazılarımızda belirttik. Mahalanobis bugün bizim yazılarımızı da destekleyen bir yazı yazmış. O yazıda geçen rakamlara kısaca değinmek istiyorum. İnsanların ürettiği karbondioksit dunyada bitkiler, hayvanlar, yanardağlar tarafından her sene üretilen karbondioksitin %2'si kadarmış. Bu karbondioksitlerin hepsinin küresel ısınmaya neden olduğu düşünülmediğine göre insanların ürettiği karbondioksit oranı daha da düşüyor. Kabaca hesaplarsak binde 3 lere kadar düşüyor insanların ürettiği karbondioksit oranı. Peki geriye ne kadarlık bir oran kalıyor? yüzde 99.7. İnsanların neden olduğu karbondioksit oranını düşürmeye çalışmaktansa yüzde 99.7 lik orana sahip diğer faktörlerden birini ortadan kaldırmaya çalışmak sizce de daha mantıklı değil mi? Kaldı ki insanların neden olduğu karbondioksit oranını tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil, yapılan tüm tasarruf çalışmaları insanların kullandığı karbondioksit oranlarını yüzde 10 ila 20 arasında azaltma yönünde hep. Zaten küresel ısınmaya katkımız bu kadar azken yüzde 10 luk bir azalma ne kadar komik rakamlar ortaya çıkarıyor farkındaysanız. Peki bilim adamları neden küresel ısınmada insan faktörüne bu kadar ısrarcılar? Israrcılar çünkü ortaya koydukları çözümler yüz milyarlarca dolarlık çözümler ve yeni rant kapıları getiriyor.

Bize sunulan dünyada ki tüm bilim adamlarının aynı fikirde olduğu, aynı kanıya vardığı, bu küresel ısınma denen olaya insanların neden olduğu. Ama bize dayatılan bu kanı da tamamen yalan. Küresel ısınma dolancırıcılığının bir parçası bu da. Bakın bu konuda birçok bilim adamı neler diyor. Küresel ısınmaya insanların neden olduğu tamamen yalan, daha önceki yazılarımızda küresel ısınmanın yüzbin yılda bir dünyanın başına geldiğinden bahsetmiştik. Şimdi o yazıdaki grafiklerden birini tekrar size göstermek istiyorum. Grafikte görüldüğü gibi bundan yüzbin sene önce de, iki yüzbin sene önce de küresel ısınma gerçekleşmiş ve ardından buz çağına girilmiş. Merak ettiğim o zamanlarda da arabalardan çıkan karbondioksit gazlarımı vardı, yada o devirlerde de kyoto anlaşması gibi anlaşmalar imzalanmış mı? Tabi ki hayır, peki insanoğlu o zaman ne yapmış? Doğanın önünde durmak ahmaklık, bu küresel ısınma gerçekleşecek ve sonrasında da buzul çağı kaçınılmaz. Bizim yapmamız gereken bu gerçeğe en doğru biçimde hazırlanmak. Gerçekçi ve bilimsel hazırlıklar yapmak. Dolandırıcı ve sahtekarlara fırsat vermemek.

18 Mayıs 2007 Cuma

Google'da Aranan Kelimeler-2

Mert Ulaş'ta google arama sonuçları başlıklı yazıyı okuyup bende kendi arama sonuçlarımla ilgili bir yazı yazmıştım. Benim bloguma yönlenen aramalar pek ilginç olmadığından ilginç bir yazı çıkmamıştı tabiki. İlginç aramalar için biraz beklemem gerekiyormuş sanırım. Artık benim de ilginç bir yazı çıkaracak kadar yönlenmiş aranan kelimem var. Hadi hayırlı olsun. Şimdi gelelim aramalara, tabiki benim yorumlarımla yayınlıyorum:

bugün benim doğum günüm: hadi hayırlı olsun, ama bu beni neden ilgilendirsin yada google'da aratınca nasıl bir tatmine vardın bunu anlayamadım.

osimiyum türkiye nerede? : bu Osminyuma sorulmuş bir sorumu yoksa osminyum burada Türkiye nerede gibi bir slogan mı pek anlayamadım.

sırbistanı haritada ara: henüz böyle bir hizmet vermiyorum, eğer birgün verirsemde lütfen emir kiplerinden sakının. Çünkü hiç sevmeeem!

poğaçanin serüveni: bu neki? kitap ismimi acaba? küçük poğaçanin serüvenleri

Trabzonla ilgili en baba sözler: arama üslubuna bir bakın.

Ya tutarsa: güzel temenni, ya tutarsa...

sex le ne kadar klori harcanıyor: klori ne demek? bu aramayla nasıl benim bloguma geldin bu da enteresan birşey. Yinede hizmette sınır yok senin için araştırdım buldum, sex için harcanan kalori ortalama 250 kaloriymiş.

İlk zaman makinesi: Bu zaman makinesinden kaç tane yapıldı ki sen ilkini arıyosun. Ben çok uzak kalmışım bu işlerden anlaşılan.

Doğu anadoludaki maden rezervlerini haritada göster: Yine emir kipi kullanan biri daha. Dur ben sana daha iyisini yapayım, incelemeyi yerinde yap sen. Skati arkadaşı doğu anadoludaki maden rezervlerine ışınla bakim.

müstehcen oyun: bakın ne kadar güzel bir dille aratmış.

Türkiye'nin avrupa birliğine girme nedenleri: Bu soruda bir gariplik yok gayet aklı başında bir soru. Buraya yazma nedenim bu soruyu bende merak ediyorum, bilen biri varsa banada anlatsın diye yazdım.

sakın arama: benim birşey aradığım yok arayan sensin, yada ben miyim? Kim arıyo kim aranıyo karıştırdım.

sırbistana oy veren: yarım kalmış bir cümle gibi geldi bana. sanırım google'ın sansürüne maruz kalmış.

'trabzon+aya yorgi': 'tranzon+aya yorgi'=ayı yogi (bu çok geyik oldu bende farkındayım)

ilginç aramalar geldikçe yazmaya devam edeceğim.

14 Mayıs 2007 Pazartesi

Ozan'ın Deja vu Yazısı

Ozan Ekşioğlu blogunda deja vu başlıklı bir yazı yazmış. Çok ilginç, ben hemen hemen hayatın her alanında bu deja vunun yaşandığına inananlardanım. Tarih tekerrürden ibarettir diye boşu boşuna dememişler. Gerçekten ilginç gazete başlıkları. Bu adrestede Ozan Ekşioğlu'nun hazırladığı, Özal’ın C.başkanlığı seçimi sırasında 2 büyük gazetemizin kupürlerinden oluşan resimlere ulaşabilirsiniz.

13 Mayıs 2007 Pazar

Pazar Günleri Blog Yazarları Tatili mi?

Blog yazmaya başlamamla blog okuyup takip etmeye başlamam aynı tarihlere denk geliyor. Eylül 2006'dan beri hem blog yazarı hemde blog okuruyum, hemde sıkı bir okur. Birçok blogu takip ediyorum. Bu kadar zaman içinde blog yazarlığı ve bloglar üzerine de birçok yazı okudum, ama pazar günleri blog yazarlarına tatil olduğuna dair bir yazı görmedim. Nerden çıktı şimdi bu diyebilirsiniz ama garip bir şekilde ne zaman pazar günü rss okuyucuma baksam bomboş oluyor. Nedense kimse pazar günü yazı yazmıyor. Ben özellikle pazar günleri daha çok ve daha güzel yazı yazabiliyorum, ama nedenini hala anlayamadığım bir nedenden ötürü bloglar pazar günleri tatil oluyor. Birkaç fikrim var aslında; bence son zamanlarda yapılan cumhuriyet mitinglerine giden blog yazarları eve döndüklerinde yazı yazamayacak kadar yorgun oluyorlar. Diğer fikrim ise blog yazarlarının büyük çoğunluğu bloglarını artık bir iş gibi görmeye başlayıp pazar günlerini kendilerine ayırmaya çalışıyorlar. Ben blog yazmayı kendime ayırdığım bir zaman olarak görüyorum zaten, birçok yazarın da bunu böyle gördüğünü varsaydığımdan bu fikri yoksayabiliriz aslında.



Burdan tüm blog yazarlarına seslenmek istiyorum. Artık pazar günleri rss okuyucumu boş görmek istemiyorum. Lütfen pazar günleride yazı yazmaya devam edelim. Hatta devlet bu konuya el atsın ve pazar günleri bloglarına yazı ekleyen blog yazarlarına teşvik versin. Benim önerilerim şimdilik bu kadar sizlerden de öneriler bekliyorum.

Milli Davamız: Eurovision

Dün gece her Türk gencinin yapması gerektiği gibi milli davamız Eurovision'u bende izledim. Milli maç izler gibi kalabalık bir arkadaş grubuyla maçı aman, yarışmayı izledik. Çoğu kişinin aksine ben Eurovision'u hakedenin kazandığını düşünüyorum. Yarı finalde Sırbistanı izlediğim gibi birinci olurlar demiştim zaten. Neyse bahsetmek istiğim konu farklı. Eurovision'da iki konu dikkatimi çekti. Birincisi Eurovision amacını kaybetmiş tamamen siyasi ve coğrafi nedenlerle ülkelere puan verilen bir yarışma haline gelmiş. İskandinav ve Slav ülkeleri sadece birbirlerine oy verir hale gelmiş. Komşu ülkelerde genellikle birbirlerine oy verir hale gelmişler. Hatta geçmişte husumeti olan ülkeler kendilerini birbirlerine iyi gösterme, affedilme umutlarıyla birbirlerine oy verir olmuşlar. Bakınız:(Türkiye'nin Ermenistan'a ve Sırbistan'ın Bosna Hersek'e verdiği oy). Bence Eurovision düzenleme kurulunun ya derhal bu yarışmayı kaldırması ya da bu olayları önlemek için acil önlemler ve yeni kurallar getirmesi gerekmekte.

İkinci dikkatimi çeken ve bizi ilgilendiren konu ise bizim Avrupa'da tamamen yalnız olmamız. Avrupa'da ki gurbetçilerimiz de olmasa bize oy veren olmayacak. İskandinavlar birbirlerine, Slavlar birbirlerine, komşular birbirlerine verdiler oyları. Türkiye'ye komşuları bile oy vermiyor biz ne yaptıkta bu kadar sevilmeyen bir ülke olduk anlayamadım. Yoksa sevilmediğimizden değil de Avrupa'nın yerimizi bilmemiz ve onların yanında yerimizin olmadığını göstermek için mi yaptığı birşey bu. Bundan sonraki seneler neyi gösterir bilmem ama Eurovision yarışma kurulunun birşeyleri değiştirmesi gerekirken bizimde boş durmayıp bu konuda derhal birşey yapmamız gerekiyor.

Annelik Meslek Olsun...

Greenpeace'in kurucusu Paul Watson annelik meslek olarak kabul edilsin önerisinde bulunmuş. Belki bu sözünü bizim ülkemizi düşünüp söylememiştir ama tam da bize uygun bir değerlendirme olmuş. Düşünsenize bir çocuğun tüm karakterini, hayata bakışını şekillendiren annedir. Bugünlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey bu bizim, hep yakınıyoruz neden insanlarımız cahil diye. Hep eğitim eğitim deyip duruyoruz ama eğitimi ilkokuldan başlıyor kabul edip kaliteyi artırmak ve her tarafa homojen bir şekilde eğitimi dağıtabilmek için uğraşıyoruz. Ama unuttuğumuz birşey var, çocuğun eğitimi annenin yanında başlıyor, ona en önemli şeyleri öğreten anne. Neden üç beş kuruş kazandıran meslekler annelikten daha önemli olsun. Çalışıyor olmak uğruna sabahtan akşama kadar işde olup sonrada kazandığın parayı bakıcıya vermenin neresi matah anlayabilmiş değilim.

Bence dünyanın en kutsal mesleği olan annelik çoktan meslek olarak kabul edilmeliyken geç kalınmış bu kararın çabucak verilmesi gerekmekte. Kendi annemin ve tüm annelerin anneler günü kutlu olsun. Onlar bizim en önemli varlıklarımız...

Amerika'nın Din Haritası

Ilginc bir harita. Haritada dikkatimizi çekmesi gereken; aynı mezhepten olanların birbirlerine daha yakın olmaları.

12 Mayıs 2007 Cumartesi

Başarı Hikayeleri

İşte okumus adamin hali bir baska oluyormus dedirtecek bir insan: Ahmet Okumuş. Insider Trading' de gozume carpan bir portfoy yoneticisini sizlere tanitmak istedim. Daha detayli bir tanitim ve Ahmet Okumus tarafindan kullanilan stratejiler icin burayi ziyaret edebilirsiniz.

9 Mayıs 2007 Çarşamba

Google'da Aranan Kelimeler

Mert Ulaş'ta google arama sonuçları adlı yazıyı okuyunca bende heves yaptım ve google analytics'ten kendi bloguma yönlendirilen aramalara baktım. Ancak şöyle bir sorun vardı ki benim bloguma kimse böyle ilginç aramalarla yönlendirilmemişti ve bununla ilgili bir yazı çıkaramayacaktım. Nerde aklı başında adam var aramasıyla benim siteme yönlenmiş. Şöyle birkaç ilginç arama olsa ona bile razıydım, uzun uzun yorum yapar kendimce eğlenirdim ama nerde... Neyseki google analytics ile uğraşırken Google Trends'e rastladım bende. İlginç sonuçlara vardım. Ülkelere göre en çok aranılan kelimelere ulaşabildim. En çok aranılan kelimeler o ülkenin gündemini ve birazda olsa kültürel düzeyini yansıtıyor diye düşünüyorum. Türk internet kullanıcıları bu konuda her zaman eleştiri alıyor ama mart 2007 arama sonuçlarına baktığımda Türk internet kullanıcılarınında diğer ülkelerdeki kullanıcılardan pekde farklı kelimeler arattırmadığını gördüm. Hatta diğer ülkelerde celebrity aramaları göze fazla çarparken Türk insanı daha çok fonksiyonel aramalar yapmış. Mesela mobilya fuarını aratmış veya Kelebek mobilyayı aratmış. Birinci sırayı alan manken oyunları arama sonucu ise Türk internet kullanıcıları arasında çok fazla kız çocuğunun olduğunu gösteriyor bence.

8 Mayıs 2007 Salı

Önyargılar...

Oregon State Universitesinde yapilan bir arastirmanin sonuclari bence ilginc ama sasirtici olmayan sonuclar iceriyor. Apartmanlarini internet uzerinden ilanla kiraya veren ev sahiplerine 1100 kelimelik bir email Patrick McDougall, Tyrell Jackson veya Said Al-Rahman isimleri kullanilarak gonderiliyor. Bilmeyenler icin soyleyelim Patrick McDougal bir Irlandali ismi, basvuruyu yapanin buyuk olasilikla beyaz oldugunu, Tyrell Jackson buyuk olasilikla zenci bir kisiye verilen bir isim ve Said Al-Rahman muhtemelen Arap veya musluman ismi.Ev sahiplerinin %89'u Patrick'e apartmanin hala kiralanmadigini bildiriyorlar, ayni rakam Said icin %65, Tyrell icin ise %59. Calismanin ilginc sonucu o kadar Arap dusmanligina ragmen zencilerin Araplardan daha beter yaratiklar oldugu konusundaki önyargılar. Beyaz olmak en avantajlisi.Benzer bir calisma is basvurulari icin de yapilmis ve benzer sonuclar orada da gorulmus. Eger isminiz zenci ismi ise iyi bir okuldan mezun olmaniz bile bir sey ifade etmiyormus.Amerika'da cocuklara verilen isimlerin istatistikleri SSA tarafindan tutuluyor.

Benzer şeyler Türkiye'de de oluyor. Bunu denemek için Trabzon'da kiralık 6 evi Batmanlı, Trabzonlu, ve öğrenci olarak aradım. Aradığım 6 evin hepsi Trabzon'lu olduğumu duyunca evin hala boş olduğunu hatta görüşürsek fiyatta indirim bile yapılabileceğini söylediler. Öğrenci olarak aradığımdaysa evlerin fiyatlarında yüzde 25 ila yüzde 50 arasında fiyatlar arttı. Ve ikisi evin tutulduğunu söyledi. Batman'lı bir öğrenci olarak aradığımda ise daha ilginç şeylerle karşılaştım. Aradığım evlerin dördü evin kiraya verildiğini söylerken ikisi ise Batman'lı bir öğrenci olduğumu öğrenince telefonu suratıma kapattı. Evet doğru duydunuz telefonu suratıma kapattı. Kiralık evleri aramaya devam edeceğim ve başka kimlikleri de deneyip sonuçları başka bir yazıda toplayıp yayınlayacağım. Bu önyargıları nasıl üzerimizden atacağız birazda bunun üzerine düşünsek hiç fena olmaz sanırım.

7 Mayıs 2007 Pazartesi

Sümela Ve Film Stüdyosu


Trabzon'un ünlü Sümela Manastırı'na gittiğimiz günlerden birinde dönüş yolu üzerinde bir ev dikkatimizi çekti. Gerçi ev demek biraz yanlış olur, sanki bir film stüdyosunun önünden geçmiştik. Evin resimlerini çekmeye karar verdik ve önünde durduk. Evin sahibinin orada olduğunu fark edince izin almamızın gerektiğini düşünüp izin istedik ve kendimizi çok güzel bir sohbet içinde bulduk. Evin sahibi Cevat Yılmaz'dı ve evi kendisi inşaa etmişti. Sohbetimiz ilerledikçe evden daha ilginç şeyler dikkatimizi çekmeye başladı. İlk defa gördüğüm kamelyalar, bar tabureleri, sandalyeler vesaire vesaire... Cevat Bey yıllarca İstanbul'da Amerikan şirketlerinde elektrik mühendisi olarak çalıştıktan sonra emekli olup memleketinde bu evi yapmaya vermişti kendini. Çokta güzel yapmış yoksa biz bu kadar güzel bir yapıyı göremeyecektik.

Gitmeyenleriniz için şiddetle tavsiye ediyorum, Trabzon-Erzurum karayolunun 21. kilometresinde Maçka yol ayrımından sonra 15 kilometre daha gidip Sümela Manastırı'na ulaşıyorsunuz. Sümela Manastırı ayrıca bir milli parkımızın içinde, yani hem tarih hem yıllara meydan okuyan harika bir yapı ve doğa içiçe. Bu kadar Sümela dedik biraz bahsedelim isterseniz. Yaygın inanca göre, Karadenizli Hristiyan Rumlar Mela dağındaki mucizevi Panagia ikonosundan bir şey diledikleri zaman 'stou mela' derlermiş, bu kelime zamanla Sumela'ya dönüşmüş, bu yüzden manastıra ‘Karadağın (Mela dağının) bakiresi' de denilmektedir. Alman tarihçi ve gezgin Jacop Philipp Fallmerayer'in Sümela Manastırı için söylediği şu sözle yazıyı bitirelim. "Tüm dünyada, Kolhis’in Mela dağındaki bu manastır kadar güzel dini yapı yoktur". Daha fazla bilgiye trabzon.org'dan ulaşabilirsiniz.


6 Mayıs 2007 Pazar

Yanlış İngiltere'de mi Bizde mi?

Son günlerde yapılan demokrasi tartışmalarında; AKP'nin aldığı oy ve meclisteki koltuk sayısıyla ilgili spekülasyonlar dikkatimi çekmişti. Bunun üzerine dünyada seçimlerde bu konuda neler oluyor diye bir bakayım dedim. Karşılaştığım tablo ilginçti. Bizdeki iddialar şu şekildeydi; AKP düşük katılımlı kabul edilen bir seçimden yüzde 33 oy almıştı ve bu oy oranıyla meclisteki koltuk sayısı oranında ezici bir üstünlük sağlamıştı. Yani bu iddiada bulunanlara göre AKP aslında genelde yüzde 18 oy almıştı. Tabi bu iddiayı dile getirenler, seçime katılmayan herkesi AKP haricinde bir partiye oy vereceğini hesap etmekteler.

International Institute for Democracy and Electoral Assistance adresinde Türkiye'de ki seçime katılımın ne kadar olduğunu buldum. Katılım sanıldığı gibi çok az gerçekleşmemiş bence, yüzde 80.4 iyi bir rakam. Peki hangi kıstasa göre mi iyi? İngiltere'nin 2005 yılında yaptığı seçimlerdeki katılım oranlarına göre oldukça iyi hemde. İngiltere gibi bir ülkede katılım oranı yüzde 60 da kalmış. Bu rakamlara da başka bir siteden ulaştım. Bu sitede başka ilginç verilerlede karşılaştım. İngiltere'de hep tek partili iktidar olurdu ve ben bunu ABD' de ki iki partili sistem gibi bir sisteme sahip oldukları için olduğunu sanırdım. Ama bu siteye göre İngiltere'de de oldukça fazla parti seçime girmiş. Bu verilerden anlamadığım şey ise yüzde 35 alan partinin 355 milletvekiliyle meclise girmesi ve ondan 3 puan az alan diğer partinin 198 milletvekiliyle meclise girmesi. Bizde demokrasi bu şekilde tartışılırken, yüzde 33 lük partinin nasıl bu kadar koltuğa sahip olduğu sorgulanırken, İngiltere'de ki durum sizcede garip değil mi? Ben bu durumu istikrar uğruna böyle bir sistemi uyguladıklarına yordum.

Bu yazıyı AKP iktidarını haklı çıkarmak için yazmadım, belkide en çok eleştirenlerden biride benimdir ama eleştirirken veya birşeyleri yanlış görürken de araştırıp iyice düşünüp öyle karara varılmasından yanayım. Yanlış eleştiriler, temeli tutanağı olmayan eleştiriler yalnızca karşı tarafa yarar bunu unutmayalım.

Bugün Benim Doğum Günüm

Doğum günlerini oldum olası sevmemişimdir. Sadece başkalarınınkini değil kendi doğum günümü bile sevemedim hiç. Başkalarının doğum gününü hediye seçmek zor geldiği için sevmiyorum sanırım, birde gidilmesi zorunlu doğum günü partilerinden. Kendiminkini sevmeyişim ise tamamen farklı bir nedenden. Bir yaş daha yaşlanmayı kaldıramıyorum, yaş kompleksim var. Hemde bu yaşım ilerledikçe oluşan birşey değil, çocukluğumdan beri bu devam ediyor. Hatırlayabildiğim 10 yaşımın civarlarında başladı bu kompleks, hiç büyümek istemiyordum. Sanırım buna Peter Pan Sendromu deniyor. Bu arada yaş kompleksim var derken yaşımı hala söylemediğimi farkettim, bugün 26'ıma girdim. Ne varki yaşında daha çok gençsin diyebilirsiniz ama işte söyledim ya 10 yaşımda bile ben böyleydim, buna engel olamıyorum. Doğum günümde sevdiklerimin bana özel birşeyler hazırlamasını hiç sevemedim, benim için bir yaş daha yaşlandığım kötü geçirdiğim bir günü kutlamak zor geliyor tabiki. Hatta kimse hatırlamasa da bu sene doğum günüm mevzu olmasa diye dua ettiğim çok olmuştur.
Bugün doğum günüm olunca haliyle bende tarihte bugün gerçekleşmiş olayları araştırayım dedim. Vikipedi'de birkaç olaya ulaşabildim. Gördüklerim ilginçti ne kadar felaket varsa bugün gerçekleşmiş. Dünyanın en büyük zeplini bugün düşmüş, Norveç'te uçak düşmüş, suikastlar gerçekleşmiş falan filan. Ama en kötüsüde yıllarca takip edip sevdiğim Friends dizisinin son bölümü bugün yayınlanmış.
Daha sonra hangi ünlüler doğmuş diye araştırayım dedim, bir felakette orda. Saddam Hüseyin, Hitler ve Tony Blair doğmuş. Neyse ki sevdiğim birkaç sanaçtıda bugün doğmuş buna sevindim. Mesela George Clooney ve Orson Welles.
Doğum günümün sevdiğim tek özelliği hıdırellezle aynı güne denk gelmiş olmasıdır herhalde, bizim için olduğu kadar hıristiyanlarcada önemli birgün bugün. Bugün Hıristiyanlarca da baharın ve doğanın uyanmasının ilk günü olarak kabul edilir; bu günü Ortodokslar Aya Yorgi, Katolikler St.Georges Günü olarak kutlamaktalar.

Evet ne yapalım ne kadar sevmesem de, istemesem de bugün benim doğum günüm ve bir yaş daha yaşlandım. Bugün hürriyet gazetesinin bir hzmetini öğrendim. Doğduğun günkü hürriyet gazetesinin baş sayfasını görebiliyor hatta satın alabiliyorsun. Bende doğdum günkü gazetenin baş sayfasını indirdim hemen tabi. Sizde girip kendi doğum gününüzdeki sayfaya ulaşabilirsiniz.
Benim gibi bugün doğmuş herkesin doğum gününü kutluyorum.

3 Mayıs 2007 Perşembe

Seçimi Kim Önde Bitirir?

Beklenti Teorisi şunu söyler; bireyler sonuçları kesin olan şeyleri abartarak bunlara, sonuçları kesin olmayan şeylerden daha fazla değer verirler. Yani insanlar karışık, riskli durumlarda, karar verirken, her zaman mantıklı ve akılcı davranmazlar.

Ülkemizin bulunduğu şu ortamda beklenti teorisine dayanarak seçimlerde sandıktan kimin önde çıkacağını tahmin etmek zor değil.

28 Nisan 2007 Cumartesi

Vestel ve Sulu Teknolojisi

Vestel dün bir basın açıklaması yapmış. Gülmekten kendimi alamadım. 20 milyon dolar harcayarak 2 yılda sulu yakıt pili teknolojisi geliştirmişler. Ya dünya devi şirketler yalandan yere teknoloji geliştirmek için milyar dolarlar harcıyor yada bizim ülkemizde teknoloji geliştirmek çok ucuz.

Şimdi açıklamadaki şu cümleye dikkatinizi çekmek istiyorum; "Evlerinde enerji harcamalarını yüzde 90 azaltmak isteyenlerin yapacağı yatırım yaklaşık 12.500 dolar." Ben senede 400$ elektrik parası ödüyorum, yani bu sistemi evime kurdurursam 30 yılda kendini amorti edemiyor. Ote yandan $12500'i enflasyona endeksli hazine kagitlarina yatirsam senede elime elektrige harcayacagim rakamin 2 kati bir para gecer. Bu parayla ben 1 degil, 2 evi aydinlatirim.


Vestel 800 milyon dolara arazi alacağına bu parayı AR-GE ye yatırsa eminim çok daha mantıklı ve güzel projeler ortaya çıkarabilirdi. Zamana ve paraya yazık 2 sene uğraşmışlar, kaldı ki icat ettikleri sistemin omru olsa olsa 3-5 yildir.

Peki açıklamadaki şu cümleye ne demeli "Türkiye’de 15 milyon hane var. 15 milyon hanenin yakıt piline dönüşüm maliyeti yaklaşık 60 milyar dolar. Türkiye yenilenebilir enerji konusunda bir politika benimsese ve yılda 6 milyar dolarını evlerdeki bu dönüşüm için ayırsa ne olur. Eğer böyle bir teşvik politikası olursa evlerde kullanılacak bu yakıt pillerinin fiyatlarında da 24 ay içinde yüzde 30-40 maliyet düşüşü gerçekleşebileceğini düşünüyorum" Yani bunun %80 ini devlet karşılasın demiş. Yuh diyorum başka yorum yapmıyorum.

27 Nisan 2007 Cuma

Tarihteki İlk Müstechen Fotoğraf

Fotoğraf kelimesi ilk kez 1839'da kullanılmış ve yine aynı yıl, Louis J. Daguarne ince tabaka gümüş iyodürle sıvanmış metal bir levha üzerinde oluşan görüntünün cıva buharına tutularak sabitleneceğini Fransız Akademisine açıklamış.

Yalnızca iki yıl sonra 1841'de Daguarne'nin yardımcısı Andre Le Fevre Shetland midillisinin tekiyle cinsel ilişkiye girmeye çalışan bir kadının yer aldığı müstehcen bir fotoğrafı satmaya çalıştığı için Tuileries Bahçelerinde tutuklanmış. Fotoğrafta kadın ve midilli, küçük pofuduk toplardan saçaklar olan kadife perdelerin önünde poz vermişlerdi. Dorik sütunların arasındaydılar. Sütunlardan birinin önünde, saksı içinde bir palmiye vardır. Bu fotoğraf tarihin ilk müstehcen fotoğrafıdır.

Gerçi Le Fevre, resmin bir sanat eseri, niyetinin de Yunan mitolojisini canlandırmak olduğunu ileri sürmüş, sütunların ve saksıdaki palmiyenin de bunu kanıtladığını söylemiş.

Hangi miti betimlediği sorulduğundaysa, kadının fani, midillinin de tanrı olduğu, bunun gibi binlerce mit bulunduğu yanıtını vermiş Le Fevre.

Le Fevre 6 ay hapse mahkum edilmiş ve hapishanede zatürreeden ölmüş.

Ne garip değilmi ne art niyetli bu insanoğlu icat ettiğinden iki yıl geçmeden ne amaçlarla kullanmış fotoğrafı:D

20 Nisan 2007 Cuma

Radyo Aktivite

Radyo-aktivite: Radyo dinlerken yapılan aktivitelerin tümü...(Misal: Radyo dinleyerek ders çalışmak, veya dans etmek) Radyoaktif ise Trabzon'da yerel bir radyonun adıdır. Radyoaktivitenin bizim Türk yöneticilerinin lugatındaki karşılığı bu. Türkiye'de nükleer santral yapılmak isteniyor, hani tüm su kaynaklarımızı doğru kullandık, herşeyi tam yaptık sıra nükleerde. Fizik bölümünde okuyan kızarkadaşımın "Artık yeni nesil nükleer reaktörler var, onlar sıfıra yakın riskli" gibi sözlerine rağmen, eski kafalılığım tuttu ve araştırmadan etmeden bu nükleer enerjiye karşı olmak istedim. Ama en kısa zamanda araştırıp ne kadar gereksiz, zararlı, kötü birşey olduğunu sizede kanıtlayacağım...(Farklı düşünen varsa beni ikna etsin) Belli ki Çernobil genlerimize işlemesede benliğimizde baya bir yer edinmiş. Mühendislik problem çözeme bilimi iktisat da tercihler bilimi iken bizim yöneticilerimizin nükleer enerji kaçınılmazdır, bu yeni çağın enerji tipidir demesi ne kadar doğrudur anlam veremiyorum. Hele ki, sismik olarak bu kadar aktif bir bölgenin üzerine bu projeyi gerçekleştirme ısrarını anlamak mümkün değil. Tam konuyu araştırayım birşeyler yazayım derken Greenpeace'in sayfasında bir yazıyla karşılaştım. Tam benim anlatmak istediklerimi anlatıyor, birde ben boşuna yazmayayım siz gidip okuyun.

Bu Adamın Canı Uzunca Bir Süre Sıkılacak...


...bu adamın can sıkıntısına alternatif olarak sunulan hizmet cep telefonuna indireceği golleri belirli bir ücret karşılığında indirip izlemesidir. Zaten bu adam garip bi adam, öyle sıkıldığında kitap okuyayım, gazete, dergi karıştırayım, kızarkadaşımla şöyle güzel bir film izlemeye gideyim demez. Hele hava güzelse şöyle bir çıkayım gezeyim, yürüyüşe çıkayım, biraz koşayım hiç demez. O adama bi lafım var; aynen devam etsin en kısa zamanda can sıkıntısı yok olacaktır. Şimdide reklamı yapan şirkete bir lafım olacak, bu tipte bir adam bulmaları biraz zor. Reklam inanılmaz derecede berbat, herşeyi anladım da Kenan Doğulu kendini böyle birşeye neden alet ettirmiş onu anlamadım.( Gerçi o da ortada:para para para) Adam reklam boyunca bitsede gitsem havasında oynuyor. Bu şirketin bunca güzel reklam kampanyasından sonra bu hiç yakışmadı.

Ya Tutarsa???

Türkiye'de insanlarimiz "olası" ve "mümkün" kelimelerini birbirine karistiriyor. Mesela dunyaya büyük bir göktaşı carpmasi "mümkün"dür (daha once dunyaya büyük bir göktaşı carpmistir, o yuzden mümkündür), ama dunyaya büyük bir göktaşı carpmasi "olası" mıdır? Değildir. Olmayacak duaya amin denilmez. Maalesef ülkemizde bir sürü Nasreddin Hoca var. Tutmaz tutmaz ama ya tutarsa.

Not: Ne demek istediğimi bence çoğunuz anladınız...

Rahat Bir Uyku

Hayatım monotonlaştıkça rüyalarım ilginçleşiyor diyordum o zaman bu gece rahat bir uyku çekip sabah hiçbirşeyin etkisi altında kalmamış olarak uyanmamanın tadını yaşayacağım, güzel..

17 Nisan 2007 Salı

Üçüncü Adam

Üçüncü Adam filminde şöyle bir replik geçer; "İtalya'da 30 yıl boyunca Borjiyalar(ünlü bir İtalyan aile) vardı. Yani savaş kıyım, cinayet... Ama Michelangelo, Leonardo ve Rönesans aynı dönemde var oldular. Oysa İsviçre'de kardeşlik, 500 yıllık demokrasi ve barış vardı. Ama ne yapabildiler? Sadece guguklu saat!..."

Filmde bu repliği duyunca düşünmeden edemedim, gerçekten de bizde de hep karışıklık dönemlerinde önemli kişiler tarih sahnesine çıkmış veya önemli olaylar gerçekleşmiş. Bir ulusun uyanışı ve Atatürk'ün ortaya çıkışı, ülke işgal altındayken olmuş. Peki aynı durum neden Ortadoğu için bir türlü gerçekleşmiyor? Yüzyıllardır aynı sahneleri yaşayan Ortadoğu halkı neden diğer medeniyetlerin yaptığı atılımları yapamamakta? İşte en basit cevabı, fazla düşünmeye gerek yok. Ortadoğu insanı eğitimsiz ve cahil. Konusu gelmişken bunuda söylemek isterim Ortadoğu kelimesini kullanmamıza bende karşıyım, İngiltere ve Fransa'ya göre bu bölge Ortadoğu olsa da bizim için Yakındoğu'dur. Tüm dayatmalar gibi bu dayatmadan da son derece rahatsızım. Üçüncü Adam filmini anlatacakken nasıl buralara geldim bende farkedemedim, neyse efendim ben yinede tavsiyemi yapayım 1949 yapımı film tek kelimeyle mükemmel.

16 Nisan 2007 Pazartesi

Neden Blog Yazıyorum???

Aşka Davet filminde Beverly Clark karakteri şöyle bir replik söyler:
"Yaşamlarımıza tanıklık edecek birine ihtiyacımız var. Bu gezegende milyarlarca insan var. Söylemek istediğim şu, hangimizin hayatının gerçek bir anlamı var? Fakat evliliklerde herşeye dikkat edeceğin üzerine söz veriyorsun. İyi şeyler, kötü şeyler, korkunç şeyler, sıradan şeyler... Hepsine her zaman, hergün şöyle diyorsun: "Yaşamın uyarısız olmayacak, çünkü ben uyaracağım. Yaşamın tanıksız geçmeyecek çünkü ben senin tanığın olacağım." "

Bende blog yazmaya siz okuyucular hayatımdaki iyi şeylere, kötü şeylere, sıradan şeylere tanıklık edesiniz diye başladım. Sanırım daha evlenebilecek yaşta değilim, olsaydım bile o kadar da hevesli değilim zaten. Yani şimdilik blog yazmaya devam, belki evlendikten sonra yanlızca iyi ve sıradan şeyleri paylaşırım sizinle. İşte ben bu nedenle blog yazıyorum, sanırım ben hayatıma tanıklık edecek birine değilde birilerine ihtiyaç duyuyorum. Evlenmeyi düşünmesemde hayatıma tanıklık eden çok sevdiğim bir sevgilim var ama o yetmedi demek sizinlede paylaşmak istedim.

Not: Ha bide unutmadan Aşka Davet filminide izlemeyi unutmayın, gerçekten güzel film.

Sanal Korkular...

Aklın süzgecinde elemediğimiz sanal korkular karşı karşıya bulunduğumuz riskleri artırır. Çünkü paranoyak kuruntuları olan şahıs veya toplumlar; tehlikeleri sınıflandıramaz, sınırlı olan enerjilerini doğru yönde kullanamazlar. Örneğin, bazılarımız Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde görülmemiş ölçüde tehlike altında olduğunu iddia etmektedir. Bu korkularla alınacak ‘önlemler’, yalnızca bizi dünyanın geri kalanından koparmakla kalmayıp aynı zamanda enerjimizi birbirimize karşı kullanmamız sonucunu da doğurabilir. Geldiğimiz noktada daha büyük tehlikelerle karşı karşıya kalabiliriz.

Tehdit altında olduğumuzu iddia edenler, biraz daha açık konuşup hangi tehditlerin var olduğunu açıklasalar belki bizde rahat ederiz bu paranoyalardan kurtuluruz.

14 Nisan 2007 Cumartesi

Fiyasko!!!

Fiyasko, anonim bir başarısızlıktır. Bu başarısızlıktan muhtemelen hayatındaki herkes haberdardır. Son 8 seneni harcadığın bir projenin sonunda elde ettiğin başarısızlığı tam bir fiyasko olarak açıklayabilirsin. Kendimi tanımaya çalışmak için yanlış zamanı seçtim sanırım, ama bu olaylar nasıl başladı da en son bu hale geldi onu bile hatırlamıyorum. Ama hiçbir fiyasko yeterlilik için başlamaz. İngiliz kraliyet hava kuvvetlerinin parolası; risk almadan başarı olamazdır. Kuzey atlantik somon balığı akıntıya ters yönde binlerce kilometre gider, sizce neden? Seks için tabiki, ha bide yaşamını devam ettirmek için. Yani bende bu fiyaskonun başında yeterli olmak isteğinde değildim. Amacım tepede olmaktı. Risk almıştım ve sonucu bir fiyaskoyla bitmişti.

Peki neden böyle olmuştu. Eksik olan neydi? İşte sonucu: Eğitim sizi bir yere kadar getirir. Ego ise size yolun gerisini getirmez. Sizi besler ama sizi yalnız ve soğuk bırakır.

Hiçbir zaman kapıcı(kimin geçip kimin kalacağına karar veren kişi) olmak için uğraşmadım. yıllarca öldürücü içgüdün olduğunu sanıp sonunda olmadığını farkedince yıkılıyorsun. Birşeyi istiyorsan onun için savaşmalısın.

Ben hayıra pek alışkın değilim, hiç alışamadım. Belkide benim bu halde olmamı son zamanlarda aldığım hayırlar neden olmuştur. Tabi hiçbirşey için geç değil biliyorum. Bence insan hayatını bir sinüs eğrisi ile açıklayabilirsiniz. Sıfıra indiğinde herşeyin bittiğini sanabilirsin ama sıfırdan da aşağısı vardır. Ama bir kırılma noktasında yine yükselmeye başlarsın, ümidini kaybetmeyeceksin ve savaşa devam edeceksin. Birşeylerin değişmeye başladığının farkındayım.

İşte o kırılma olmak üzere...

6 Nisan 2007 Cuma

McNuggets=Tavuk?

Mcdonald's restoranlarında satılan mcnugget'ı kızartılmış tavuk parçası sanırdım ben. Oysa %56'sı mısırmış. E bari geri kalan %44 tavuk olsa diyor insan ama değil. Mcnugget 38 bileşenden oluşuyormuş. Yani %56 mısır, geriye kaldı 37 bileşen. Yani kalan %44'ü oluşturan 37 bileşen daha var. Bu bileşenler de mısırla veya soya fasulyesiyle bağlantılı. Ne kadarı tavuk etinden oluşuyor bilemiyorum ama, tavukları da mısırla besledikleri düşünülürse ve mısırların genetik yapısıyla oynandığı hatırlanırsa, hayal gücü hemen çalışmaya başlıyor ama.

Daha ilginci:
Uzun süre buzlukta kalma ihtimali olan mcnugget malzemelerini korumak için petrol kökenli sentetik kimyasallar kullanılıyormuş. Dimethylpolysiloxene isimli maddenin kanserojen olduğundan şüpheleniliyormuş. Ayrıca bu madde yanıcıymış. Tbhq adı verilen daha tehlikeli bir maddenin 1 gramı, mide bulantısı, kusma, kulak çınlaması, sanrı, nefes darlığı gibi sorunlar yaratabiliyormuş. 5 gram alınması ölüme bile sebep olabiliyormuş.

Not:Haberin ingilizce kaynağı burada. Konuyla ilgili başka bir yazı da bugday.org da.

5 Nisan 2007 Perşembe

YİTİP GİDEN ÜMİTLERİME...

Gitmeyi kafasına koymuştu bir kere... İstemiyordum, bundan emin olduğum kadar emindim ki an be o an gözüme bile bakmadan gidecekti, kararlıydı. Cesareti yoktu belki de parlak damlaların her zaman okşadığı yerlerden kaygısızca kayıp gidişinin sebebinin ne olduğu ile yüzleşmeye. Hem kafası da bunu yoracak kadar boş değildir, öyle ya. Yüzünü bile göremeyecektim... Şaşkındım, tamam yüzüme bakmıyorsun eyvallah, ya sesim, onu nasıl duymazdan geleceksin? Ayağa kalktı, yüzüme baktı derin derin, öylece kaldım... Boşlukta olmak. Yoo, bu değil, sabahın 6'sı gün doğuyor, nefesimi görüyor gözlerim, kalbimin ritmini yakalıyorum... Huzurun, sabahın sessizliği, kuşların cıvıltısı, bir fincan çayın sıcaklığı, taze poğaçanın tadı, o anlamsız dinginlikte, böyle bir histi benimkisi... Boş ama dolu yada tam tersi, karışık ama tepkisiz, bir heykel gibi anlamlı ama durgun. Göremedi yaşlarımı, ağlayamadım, ters köşe oldum apansızca yakaladı, hamle şah mat. Kapıyı açtı hala orada 2 adım uzağımdaydı kolumu uzatsam... Herneyse bir şarkının tam ortasındayken sesimi kaybettim, gözlerimin kenarında asılı kaldı gözyaşlarım, yere düştüğünde ortaya çıkacak olmasa gerek... O gitti. Mutluluk parmaklarımın arasından kayıp gitti, tutamadım, dur diyemedim. Hıçkırıklara boğuldum, nafile artık, o yoktu. Güle güle mutluluk...
Yazan: Ebru ER

4 Nisan 2007 Çarşamba

Ölüm İçin Söylenmiş Vecizeler

“Ölüm, asıl vatanına ulaşmak için ruhun kurtuluşundan başka bir şey değildir.(...) Her beşikte bir mezarın tohumu vardır.” (Platon)
“Hiçbir insan yok olmak için yaratılmamıştır.” (Camille Flammarion)
“Ancak ölümden sonradır ki, hakikaten yaşamaya başlarız.” (Çiçero)
“Asil ruhlar için ölüm, karanlık bir tutsaklık yaşamının sona ermesidir. Dünyada bütün çabalarını kötü işlerde kullanmış olan ruhlar içinse ölüm bir rahatsızlıktır.” (Plütark)
“Yaşam bir rüyadır, ölüm de bir uyanış.” (Voltaire)
“Ölüm bütün servetleri denk kılar. Cenaze töreninin görkemi onları tekrar derecelendirmez.” (Montesquieu)
“Ölmekten ne korkarsın;korkma , ebedi varsın.(…) Ölür ise ten ölür;canlar ölesi değil.(...) Kara toprağın altında, gül deren elleri gördüm.” (Yunus Emre)
“Can, sahrasına vararak tenden ve dünya sıkıntısından kurtuldu. O âlem, zerre zerre diridir. Her zerresi nükteden anlar, söz söyler (…) Başsız ayaksız seferler eder, dişsiz dudaksız şekerler yerdim. Sakinleriyle zahmetsiz zikre, beyinsiz fikre dalar, onlarla latifeler ederdim. Gözlerim kapalı olarak bir alem görür, elsiz avuçsuz güller devşirirdim.” (Mevlana Celaleddin Rumi)
“İnsanlar için gerçek olan dünya yaşamıdır, uykudayken yaşanılanlar birer rüyadır, spatyumun idrakli ruhları içinse dünya yaşamı bir rüya gibidir." (Allan Kardec, spiritizmin kurucusu)

2 Nisan 2007 Pazartesi

Yaratıcılık

Bugunlerde, Business Week dergisinde (thanks Marginal Revolution for the pointer) yaratici cozum uzerine cok guzel bir yazi var, okumanizi tavsiye ederim. Altin aramasi yapan bir sirketin kendi muhendislerinden fayda gelmeyecegini gordukten sonra buldugu cozum hepimize ornek olsun diyorum.

1 Nisan 2007 Pazar

Devlet Kavramı Üzerine

Notlar'da devlet kavramı üzerine bir yazı okudum, ilgimi çeken kısmını sizinle paylaşmak istedim. Tamamını Notlar'a giderek okuyabilirsiniz.

"Aristo'ya göre devletin nihai amacı "eudaimonia"; "happiness of subjects" imiş. Yani teb'anın mutluluğu. Aristo sadece felsefenin değil, popülizmin de mi babasıymış, nedir? (bu alıntı "politics"ten)Hobbes'a göre devletin kuruluş amacı: "to eliminate the feeling of insecurity and fear of death." Yani güvensizlik duygusunu ve ölüm korkusunu ortadan kaldırmak. (Leviathan'dan)Locke'un da görüşleri benzer diyebiliriz. (Second Treatise of Government)Demek ki devlet vatandaşın güven duyduğu ve mutlu ettiği ölçüde devlet oluyor. Ama bizde devlet baba tarafından verilen (ve ondan talep edilen) mutluluk daha çok eroin gibi kısa vadeli, sıkıntısız elde edilen, bağımlılık yaratan mutluluklar. Sonrası ise bütçe, sosyal güvenlik açıkları ve kriz olarak geri dönüyor."

Oyun Teorisi

Kurnaz polisin biri iki kuyumcu hırsızını yakalar ve sorguya çeker. Niyeti bu hırsızlara bir hafta önceki banka soygununu yıkmaktır. Polisin elinde bu iki hırsızın bankayı soyup soymadığına dair hiçbir kanıt yoktur, ama polis davanın kapanmasını istemektedir. Bu yüzden hırsızların bankayı soyduklarını itiraf etmeleri gerekmektedir. Oysa kuyumcu hırsızlarının ne banka soygunuyla ne de soygun sırasında işlenen cinayetle bir alakaları vardır. Kurnaz polis bunun üzerine şöyle bir formül düşünür. Polis bu iki hırsızı birbirlerinden haberi olmayacak şekilde iki ayrı sorgu odasına yerleştirir. Sonra ikisine de ayrı ayrı itiraf etme ya da etmeme durumlarında ne olacağını şu şekilde anlatır. Eğer iki hırsız birden itiraf ederse ikisi de onar yıl hapis yatacak. Biri itiraf ederse, itiraf eden iki yıl, itiraf etmeyen ise on beş yıl yatacak. İkisi de itiraf etmezse kuyumcu dükkânını soyma girişiminden üçer yıl yatacaklar. Bu durumda artık mahkûm olacakları kesinleşmiş hırsızlarımız düşünürler. Diğer mahkûm itiraf ederse, itiraf etmek daha iyi. İtiraf etmezse de itiraf etmek daha iyi. Bu durumda iki mahkûm da işlemedikleri suçu kabul ederler. İkisi de doğruyu söylese üç yıl yatacakken şimdi ikisi de onar yıl yatmak zorunda kalacaklar.

Bu oyun mahkûmun ikilemi olarak bilinir. Özelliği istikrarlı sonucun genel refahın kötülüğüne olması.

İki tane çoban vardır, ikisinin de kendi koyun sürüsü vardır. Köyün ilerisinde ufak bir çimlik alan vardır. Çimlik alan ancak iki sürüyü her zaman doyuracak kadar geniş değildir. Ya sadece bir sürü gidecek ya da iki sürü bu çimliğe her zaman gelmeyecek. Her iki çoban da oturur düşünür ve diğer çoban o çimliğe gitse de gitmese de gitmenin kendi yararına olduğunu keşfeder ve sürüsünü o çimliğe götürür her zaman. Tabii çimlik iki sürüyü kaldıramadığı için kurur.
Bu iki senaryo arasında, senaryo bir defa tekrarlandığı sürece, oyun kuramsal açıdan bir fark yoktur. Adam Smith yanılmıştır, kişiler kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koyarsa bazen toplumsal felakete yol açabilirler.