30 Mart 2008 Pazar

Beşiktaş-Fenerbahçe Meydan Savaşı

Bu fotoğraftaki görüntü bir kavga sonrasında olay yerine gelmiş polislerin fotoğrafı değil, Beşiktaş ve Fenerbahçe arasında dün oynanan maçtan bir an. Fenerbahçeli Alex korner için köşe bayrağının orada 5 dk boyunca polisin kendisini kalkanlarla korumasıyla atışını gerçekleştirebildi. Dünyanın neresinde bu olabilir ya, inanamıyorum. Yıllardır Türkiye liglerinde maç izlemiyorum işte bu yüzden. Sanki bir savaş yeri, hiç keyif vermiyor. Korner atmaya çalışan futbolcuyu eline ne gelirse atan insanlardan ne zaman kurtulacak Türk futboılu merak ediyorum. O gün geldiğinde bende Türkiye futbol ligini izlemeye başlarım herhalde.

27 Mart 2008 Perşembe

Mr. and Mr. Hasançebi go to the TBMM

Hani ingilizce eğitim kitaplarında bir cümle vardır herkesin bildiği Mr. and Mrs. Brown go to the Nasa diye. Aynen öyle, ben ve babam dün TBMM'ye gittik. Trabzon vekillerini bir bir gezdik. Bunca yıldır Ankara'da yaşıyorum bugüne kadar TBMM'nin sadece önünden geçmiştim. İlk defa içini gezdim. Öncelikle hiç bizim kadar büyük bir ülke oradan yönetiliyormuş hissine kapılamadım. İçerideki hiçbirşeyi profesyonel görmedim, mesela hiç kıpırdamadan duran asker hiçbir yerde görmedim. İçeride düzen hakim değil. Bahçeler çok bakımsız. Binalarda bahçelerden aşağı kalmaz en az onlar kadar bakımsız. Millet vekillerinin odasına aynı anda 3 kişi giremiyorsunuz, o kadar küçük. Grup toplantılarının yapıldığı salonlar çok bakımsız, izleyiciler için bir koltuk bile yok. İzlemek istiyorsan ayakta duracaksın. Eğer kapalı oturuma geçeceklerse birkaç görevli kardeşim kapatıyoruz hemen burdan çıkalım diyerek seni ite ite çıkarıyorlar:D Yani bir düzen yok kısacası. Açıkcası ben hayal kırıklığına uğradım hiç TRT 3 den göründüğü gibi değilmiş, bizim gibi büyük bir ülkeye yakışmıyor bence. Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir sözünü benimsemiş bir ülke olarak egemenliğimizi temsil eden bir yerin daha özenli olmasını beklerdim.

İş Görüşmeleri Devam Ediyor...

İş görüşmelerim sürüp duruyor, bununla ilgili bir yazı yazayım dedim, düşündüm düşündüm bir şarkının sözlerinin beni en iyi şekilde anlatacağına karar verdim. Şarkıda da aynı benim gibi bir duruma düşmüş birinden bahsediyor. Gelin hep beraber bakalım şarkının sözlerine:

ben kalender meşrebim güzel çirkin aramam
gönlüme bir eğlence isterim olsun
saçları samur,gözleri mahmur,
biraz da şirin olsunkaşı gözü kara olursa olsun,
yanağında bir beni mutlaka olsun
endamı şanlı, sohbeti tatlı,
biraz da şahin olsunyan
bakışı yaksın, cilvesi yıksın,
olursa böylesi böylesi olsun
gözleri şahbaz, gerdanı beyaz,
biraz da tombul olsun

Şarkıdaki tutarsızlık aynı şekilde sarmış durumda beni. Görüşmeye giderken güzel çirkin aramam diyorum daha sonra yok kaşını beğenmedim yok yanağında et beni olsun falan filan işi beğenmeyip çıkıyorum. Daha ne kadar böyle sürer bilmiyorum...

18 Mart 2008 Salı

You Will Never Walk Alone

Futbolla pek bir ilgim yoktur. Mesela Türkiye'de taraftarı olduğum bir takım yok. Ama 6 yaşımdan beri desteklediğim ve izlemesi en çok zevk veren takım Liverpool oldu. You Will Never Walk Alone şarkısını bilmeyen yoktur herhalde. Takımın başarılarından da pek bahsetmeye gerek yok herhalde onuda bile bilir. Ama İngiltere Premier Ligi'nin en başarılı futbol takımı olduğunu bilin yeter. Nerden çıktı şimdi bu Liverpool. Açıklayayım efenim, bugün itibariyle Liverpool taraftar blogu yayınlamaya başlamış bulunmaktayım. Buyrun inceleyin...

Amy'nin Şarkı Sözleri

Amy Vinehouse'ın şarkılarının sözleri çok hoşuma giderdi. Genelde aşk üzerine ama çok esaslı sözler derdim. Dün babası açıklama yapmış; Amy'nin şarkı sözlerindeki hüzün ve nefretin nedeni benim diye. Küçük yaştayken annesi ve Amy'yi bırakıp gitmiş. Bu şekilde şarkılarına ilham olmayıda hiç istemezmiş. E be adam madem yaptın bi yanlış ne diye bide basın toplantısı düzenleyip bunu marifetmiş gibi anlatıyorsun. Bide kızı arkadaşlarından uzaklaştırıyorlar ki uyuşuturucu illetinden kurtulsun diye. Gidin hesabını babasına sorun bakın ne güzelde itiraf ediyo.

Bunun Neresi Skandal?

Geçen hafta çekilişle Şampiyonlar Ligi çeyrek final karşılaşlamaları belirlendi. Bunun üzerine birçok yazılı ve internet basınında eşleşmelerin çekilişten 2 saat önce bir forum sitesinde yayınlandığı ve eşleşmelerde şike olduğunu iddia eden haber yayınlandı. Bizim gazetelerimiz bunu skandal olarak değerlendirmiş. Biraz olasılık bilgisi olan birine sorsalar bunun çokda zor tahmin edilemez bir şey olmadığını görüp bunu haber bile yapmazlardı. Şimdi bakalım eşleşmeleri tahmin edebilme şansı nedir. Çeyerk finale 8 takım kaldığına göre ve bu takımlar birbirleriyle eşleşeceklerine göre olasılık şöyle hesaplanır: 7*5*3=105. Yani tam 105 ihtimal söz konusu. Bu da şu demek oluyor birinin bu eşleşmeleri tahmin edebilmesi 105 de bir ihtimal yani yüzde 1 e çok yakın bir rakamdır. Her hafta lotoyu bir kişinin tahmin etme olasılığı ise 6!*43!/49! yani 14 milyonda birdir. Şimdi herhafta 14 milyonda bir olabilecek bir ihtimalin gerçekleşmesine şike demeyip şaşırmazken. Yüzde 1 ihtimal olan birşeye neden bu kadar şaşıyorsunuz anlamış değilim.

10 Mart 2008 Pazartesi

"Washington Post"u

ABD basını bazen seri katilleri bile yaptıkları propagandalarla asıl madur onlarmış suçları yokmuş gibi gösterebiliyorlar. Şimdide bebek katillerini masum gösterme işine soyunmuşlar. Güneş operasyonundan sonra kuzey ıraka gidip kamplarda fotoğraflar çekmişler. Keşke oraya kadar gitmişken kendi ordusunun birkaç yüz kilometre ötede masum insanlara yaptıklarının fotoğraflarınıda çekselermiş. Ayrıca fotoğraflarda ilgimi çeken birşey oldu. Fotoğrafların hiçbirinde bir gram kar yok. Gayet günlük gülüstanlık güneşli bir havada çekilmiş. Ama bizim bildiğimiz mehmetçik kuzey ırakta çok kötü hava koşullarında eksi bilmem kaç derece büyük zorluklarla operasyonu bitirebildi. Yani Washington Post'un fotoğrafları bile şaibeli bence. Bak Washington Post sana tavsiyem akıllı olman yönünde olacak:D

Not:Fotoğrafları ABD basınının yaptığı propagandaya yardımcı olmaması nedeniyle yayınlamıyorum...

9 Mart 2008 Pazar

Sende mi Brutus!!!

Bir 8 Mart ı daha geride bıraktık. Şöyle bir bakınca 8 Martlar genellikle kadınların yaşamlarıyla ilgili istatistiklere tüm gazetelerde rahatlıkla ulaşabileceğiniz haberlerle dolan bir gün haline geldi. her sene bu istatistikleri ilgiyle takip ederim. Bu sene dikkatimi çeken iki istatistik oldu. Önce daha az ilginç olanıyla başlayayım. Türk kadınlarının yüzde 66 sı çalışmıyormuş. Ne kadar yazık, sürekli ne kadar genç bir nüfusumuz olduğuyla övünürüz ama bu genç nüfusun büyük bir çoğunluğunu işgücüne katamıyoruz. Bunuda iş gücüne katabildiğimizi düşünsenize ne kadar büyük bir atılım yapabilirdik. İkinci istatistiğimiz ise başlığa konu olanı. Türkiye'de cinayete kurban giden her iki kadından birinin katili ya eşi ya sevgilisiymiş. Çok acıklı bir durum bence. En yakının en sevdiğin insanın nasıl olup da katilin olabileceğini aklım almıyor. Ben kadın olsam aşık olamama fobisine kapılırdım herhalde. Tabi bu istatistik gazetelerde sadece Türkiye için verilmiş ama bu sadece Türkiye için geçerli değil. Daha önceki yazdığım bir yazıda da belirtmiştim. Avrupa'da işlenen her iki cinayetten biri aile içi şiddet sonrası işleniyor. Yani durum Avrupa da da çok farklı değil.

Ben Sizi Blogumla Döverim...

Birkaç serserinin birleşip de nedensiz yere bir kişiyi dövdüğüne çok kez şahit olmuş bir insanım. Böyle kötü insanların herzaman organize olmaları çok kolay olurken nedense iyi insanlar aynı organizeyi sağlayamıyorlar. Mesela şöyle ki kendim gibi iki kişi daha bulsam kırmızı ışıkta senin gelip gelmemeni hiç umursamadan geçenleri, kalabalık yerlerde hayvan gibi davrananları bir güzel evire çevire dövsek süper olacak. Hemde bizim de bir nedenimiz olmuş olacak. Yoksa bu tip insanları dövmemeye devam edersek bunlar bizi birşekilde öldürecek. Ben kendim gibi iki kişi bulana kadar bu tip insanları blogumla dövmeye devam edeceğim. Ya da daha güzeli iş hiç bize kalmasada emniyet camiası bu insanları yasalarla dövseler en güzeli o olur herhalde.

8 Mart 2008 Cumartesi

Libya Mı Katar Mı Derken Yine Kaldık Türkiye'de: İlk İş Görüşmem

İlk iş görüşmemi dün gerçekleştirmiş bulunuyorum. Beklediğimden rahat geçti. Şirketin Ceo'suyla görüşmemin bunda büyük etkisi oldu diyebilirim. Şirketin Libya'da bulunan işlerinden birinde çalışmamı istiyorlar. Görüştüğüm Ceo bir mühendisten yaratıcı, analtilik düşünebilen çözümler üreten biri olmasını beklediğini söyledi(İşte tamam o benim dedim hemen, ama içimden). Sonra Libya'da benden bekledikleri şeyleri sıralamaya başladı: İş planı çıkarmak, teklif hazırlamak, piyasa analizi yapmak, raporlama yapmak, vize işlemleriyle ilgilenmek, yerel yönetimlerle ilişkileri sağlamak ve yazışmaları koordine etmek. Bunları duyduğumda gözüm korkmadı değil aslında ama genelde kendime çok güvenen bir insanımdır. Şantiyede eli belinde -Ahmet usta şunu şurdan al buraya koy diyen mühendis çalıştırmak istemiyorlarmış (ki bende tam o işe talibim aslında). Unutmadan söyleyeyim, iş görüşmesine gidecekseniz randevu saatinizden çok çok önce orada olun. Ben evden erken çıkmama rağmen ve evden çıkmadan şirketin adresini haritadan bulmuş olmama rağmen Tandoğan'ın daracık sokaklarında bir aşağı bir yukarı derken ancak bulabildim. Arabayı park etmek ayrı dert oldu ve ben tam randevu saatinden bir dakika önce kendimi şirkette buldum. Hımm nerde kalmıştık? Bir ara Ceo, Genel müdür yardımcısına acaba önce iş geliştirmede işe alıp daha sonra proje bölümünde mi değerlendirsek dedi. O an gözlerimin içi parladı, Türkiye'de kalsam benim için çok daha iyi olurdu çünkü. Ama saolsun genel müdür yardımcısının arkadaşı Libya'da kullansak daha iyi olur demesiyle gözlerimdeki parlaklık kendini karanlığa bıraktı. Serin sulardan birden Libya'nın kızgın çöllerine attım kendimi. Nedense bu aralar değerlendirmeye aldığım tüm işler hep Arap ülkelerinde. İlk deneyim için yurtdışı doğru olur mu onu bile bilmiyorum. Yaşayıp göreceğiz sanırım. İlk iş başvurusu deneyimim de bana göstermiş olduğu sıcak tavır ve profesyonel davranışıyla şirket Ceo'su Atayla beye teşekkür etmek istiyorum aslında. Duyduğum kadarıyla iş görüşmeleri çok kasıcı geçer ama benim ilk deneyimim gayet güzeldi.

5 Mart 2008 Çarşamba

Garip Adetlerimiz ve Extreme Yaşam Tarzımız...

Bu akşam işletmecisinin liseden arkadaşım olduğunu farkettiğim bahçeli 7 deki classic cafe ye yine liseden arkadaşım army ile gittik. Orda yine liseden arkadaşım burcu ve onun Alman arkadaşıyla karşılaştık. Gitar ve yan flüt dinletisi eşliğinde kahvelerimizi içip sohbet ederken, misafir olan Alman kızın Türk adetlerinden hangilerinin ona garip geldiği konusu açıldı.Kıza adetlerimizden en ilginç ve komik gelen yemekten sonra her akşam toplanıp meyve yiyişimiz olmuş. Açıkcası ben bunda ne gariplik var anlamadım. Belkide biz içinde olduğumuz ve alışkanlık haline geldiği için bana öyle geliyor.

Bide bugün uzun zamandır farketmediğim birşeyi farkettim. Son yıllar da yaşadığımız extreme doğa olaylarından dolayı her zaman aynı şeyi bekler olmuşuz. Mesela etrafımdaki herkes neden bu sene çok kar yağmadı, yazın susuzluk çekecekmiyiz gibi sorular sorup duruyor. Millet olarak ne kadar macera düşkünüyüz, hani şöyle çoook kar yağsada yollarda mahsur kalsak diye düşünür olduk. Bu tip olaylar her zaman oluyordu bunu illede küresel ısınmaya bağlamamak lazım. Mesela 2005 yılında Dennis, Katrina, Emily, Rita ve Maria isimli 5 büyük kasırga meydana geldi. Peki 2006, 2007 de kaç adet büyük kasırga meydana geldi? Tam olarak "sıfır".

Mutluluğun Formülü...

Ben burada gördüm. Nasıl mutlu olunur diye bir araştırma yapılmış ve aşağıdaki sonuçlar bulunmuş.

1-Çalışmayı ve işini seven insanlar daha çok mutlu oluyorlarmış.(University of Illinois)

2-Senede 100000$ dan fazla kazananlar dindarlar ve cumhuriyetçiler daha mutlularmış.(Pew research Institues)

3-Eğer bekarsanız evli bir insanla aynı mutluluğa ulaşabilmeniz için senelik fazladan 100000$ daha fazla kazanıyor olmanız gerekiyormuş.(Dartmouth)

4-Fiziksel olarak aktif olan yaşlılar daha mutlu oluyorlarmış.(University of Illinois)


Öncelikle bu araştırmanın Amerka'da yapıldığını ve oranın şartlarına göre yapıldığını bilmek gerekiyor. İşini sevmenin ve daha fazla bağlı olmanın insanı daha mutlu kılacağına bende katılıyorum. Ama diğer maddelerde biraz değişiklikler yapmak gerekiyor bence. Amerika'da dindarlar Cumhuriyetçileri destekliyor, Türkiye'de de dindarlar AKP'yi destekliyor. Tabi bu şekilde karşılığınıda alıp daha fazla zenginleşiyorlar. Ondan bu maddeyi çok para kazanmak insanı daha mutlu kılar olarak değiştirmek gerekir bence. Üçüncü madde de ise rakamı Türkiye şartlarına çekmek lazım öncelikle 20000 ytl evli insanın elde ettiği mutluluğa bedel olur Türkiye'de. Araştırma bekarlığın sultanlık olduğu düşüncesinide yıkıyor beni en çok bu etkiledi:( Son madde için birşey demeye gerek yok zaten o tamamen doğru.


Şimdi araştırmadan çıkaracağımız asıl sonuca gelelim. Kağıt kalemlerinizi çıkarın, not edin. Mutluluğun formülünü veriyorum: işini sevmek, eşini sevmek, çok para kazanmak ve sağlıklı olmakmış.


Merak ediyorum bu araştırmaya ne kadar para harcamışlar? Bana sorsalar hepsini bir çırpıda söylerdim zaten:D