26 Şubat 2008 Salı

Şehitlerimiz İçin Blog Grevi!!!!!!

Tamda benim Türk bloggerlar nerede postumdan hemen sonra wolkanca'nın Güneş Operasyonunda şehit olan Mehmetçiklerimize gösterdiği hassasiyeti görünce sevindim. Beyaz'ın programını yarıda keserek başlattığı bu tepkiyi Wolkanca bir hafta blog yazmayarak devam ettiriyor. Bende wolkanca'nın bu hassasiyetine katılıyorum ve şehitlerimiz için 2 mart tarihine kadar blog yazmayacağımı bu arada yazacaklarımı arşivleyip 2 marttan sonra yayınlayacağımı bildiriyorum. Dün Trabzon'da Meydan'da 10 binlerin katıldığı Şehidimiz Kahraman Er İbrahim Gedik'in cenazesinde seslendirilen birkaç sloganı buradan yayınlıyorum:

"Kandili Alın Öyle Gelin"
"Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez"
"Hepimiz Askeriz pkk ya yeteriz."

24 Şubat 2008 Pazar

Türk Bloggerlar Nerde?

Türk blogger camiası inanılmaz bir hızla gelişiyor. Bu hız facebook a yetişemezsede beni tatmin edebilecek bir hıza ulaştı. Özellikle her geçen gün blog yazarlarının yaş ortalamasının düşmesi çok daha hoş. Ama ne yazık ki içerikte hala çok eksiğimiz var. Blog artık günümüzde yeni basın olduğuna göre içerik olarak genel Türk blog alemi bir magazin dergisini andırıyor bana. Tabiki yemek, günce içeriğindeki bloglarda gerekli hatta en çok takip ettiklerim onlar ama hala eksik olan birçok blog var. Mesela hala kimliğini gizleyerek çalıştığı kurumdaki çarpıklık veya yolsuzlukları anlatan bir blog görmedim. Veya bloggerların birlikte bir sosyal konuya eğilip beraber hareket ettiklerinide görmüşlüğüm yok. Bunu yapacak olanda ben değilim sanırım. Blogger camiasınında büyükleri var ki onlar kendilerini biliyorlar, beni okuduklarınıda biliyorum. Bence artık birlikte hareket edip bazı sosyal konulara değinme zamanımız geldi. Tabiki birçok konuda ortak fikirde olmayacağız, zaten blogunda güzel olan tarafı bu. Herkesin farklı görüşlerini dile getirmesi. Ama bazı konular varki o konularda büyük çoğunlukla aynı fikirde oluyor, işte o konularda bizde birlikte hareket edebiliriz. Evet ben topu gerekli yerlere attım, bakalım neler olacak. Üstme düşeni yapmaya hazırım. Her zaman...

Mim: Yağmurlu Havada Uçmam Ama...

HMF'nin başlattığı mimi banada şutlayan sevgili Tanrıça Artemis oldu. sahip olmasını isteyeceğim üstün nitelikler, mimin adı. Şöyle bir düşününce isteyeceğim o kadar çok üstün nitelik olduğunu farkettim ama bunların içinden benim ilgimi en çok çeken uçmak oldu. çünkü uçuş fobim var. belki böylelikle bunuda yenmiş olurum. Ama böyle bir yeteneğim olsa dahi fırtınalı havalar da uçabileceğimi sanmıyorum, ne olacağı belli olmaz yıldırım düşebilir:D

Gelelim mimi benim kime şutlayacağım: klamorine hadi bakalım senin hangi üstün niteliklerin ne olacak:D

21 Şubat 2008 Perşembe

Nasıl Blog Yazmaya Başladım...

Avrupa'da feodalizmin ortaya çıkışında birçok etken vardır, bunun üzerine binlerce sayfa tez yazılabilir herhalde. Ama bir olay var ki o olmasa dğer hiçbir etkenin önemi olmayacaktı. O da üzenginin Türkler tarafından Avrupalılara öğretilmesi. Asıl konu bu olmadığından kısaca değineceğim. Üzenginin Avrupa'ya girmesiyle şovalye adı verilen bir sınıf ve bunun sonucunda da feodalizm ortaya çıktı. Peki feodalizmin yok olmasına neden olan temel neden nedir? Bu da kale surlarını rahatlıkla parçalayabilen topların savaşlarda kullanılmaya başlaması. Peki bunu ilk olarak nerede görüyoruz; İstanbul'un fethinde. Yani feodalizmin başlamasına neden olanda biz Türkler yok olmasına neden olanda. Neyse efendim asıl anlatacğım konudan çok uzaklaştım ama bu örneği sadece neden sonuç ilişkisine giriş yapmak için verdim. Nedenler ve sonuçlar. Tarihte meydana gelen her olay önemli yada önemsiz olsun bir çok nedenin bir araya gelmesiyle meydana gelmiştir. Benim şimdi anlatacağım bilgisayarın nasıl hayatımıza girdiği.

Bunun aslı biner sisteme yani ikili sayı düzenine dayanmaktadır. Bu da on yedinci yüzyıl matematikçi-filozofu Alman Gottfried Leibnitz'in düşündüğü bir sistemdi. İkili sayı düzenine göre bütün sayılar yalnızca iki rakamla 0 ve 1 lerle ifade edilmektedir. Bilgisayarın ikinci bir kökü de on dokuzuncu yüzyıl kaşiflerinden Charles Babbage'ın dişli çarkları aracılığıyla aritmetik fonksiyonların ifade edilebileceği, toplama, çıkarma, çarpma ve bölme yapılabileceği yolundaki keşfi ve ilk gerçek hesap makinesinin icadıdır. Daha sonra bu yüzyılın başlarında iki ingiliz mantıkbilimci Alfred North Whiteland ile Bertrand Russell pricipia Mathemetica adlı eserlerinde herhangi bir kavramın çok mantıksal biçimde ifade edilebileceğini ileri sürdüler. Bu keşiften sonra Avusturya kökenli bir Amerikalı olan Otto Neurath Birinci Dünya Savaşı sıralarında ABD Savaş üretim heyetinde çalışırken o zamanlar çok yeni ve adeta saçma sayılan bir data yani fikir ileri sürmüş, herhangi bir alandaki bilgilerin ister anatomi ya da ister astronomi ister ekonomi tarih ya da zooloji olsun bir kere kantifiye edilince yani nicelendirilince hep aynı olduğunu ve aynı biçimde muamele görebileceğini söylemiştir. Bu olaydan biraz daha önce yani Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından hemen önce de Lee de Forest adlı bir Amerikalı elektrik uyarılarını ses dalgalarına çevirebilen bir audion tüpü icat ederek konuşma ve müziklerin yayınını olanaklı hale getirmiştir. Aradan yirmi yıl geçtiğinde kart basma sistemleri üreten orta boy bir fabrikada (IBM) çalışan mühendislerin aklına audion tüpünün elektronik olarak 0 dan 1 e ve sonra gerisin geri 0 a çevirme amacıyla kullanılabileceği gelmiştir. Eğer bu unsurlardan herhangi biri eksik olsaydı bugün bilgisayar diye birşey olmayacaktı. Hiç kimsede bunların esas olduğunu bilemez.

Peki bütün bunların senin blog yazmaya başlama sürecinle ne alakası var diye bilirsiniz. Bilgisayar olmasa bu eylemi yapamazdım. Bilgisayarın icadına kadar ki bölümü anlattım bundan sonrasınıda başka bir yazıda anlatayım.

Nedenler ve Sonuçları İşte.............

Hastalık Hastası...

Son derece evhamlı ve hastalık hastası bir insan oldum çıktım. Neredeyse bu konuda ebruyu bile geçeceğim ki, kendisinin hastane acillerinde baya sabıkası vardır. Parmağım ağrısa aklıma ilk gelen parmak kanseri olabileceğim şüphesi. Bu kadar umutsuz bir haldeyim yani. Bugünkü hastalığım ise kalp krizi geçirdiğimi sanmam. evet daha yaşım kaçki benim ne kalp krizi ya demeliyim ama diyemedim işte. saatlerce içim içimi yedi hastaneye gitmeyeyim diye ama gecenin 10 unda kendimi acilde buluverdim. Acildeki müracaat görevlisi beni ayakta 10 dk kayıt için bekletti ki bu gerçekten kalp krizi geçiriyor olsam ölmem için yetipde artacak bir süreydi. O kadar bekledim ki gerçekten kalp krizi geçirecektim. Neyse müracaat kısmını geçtikten sonra doktorun yanına girdim. Ve yine kendimi rezil etme becerisini gösterdim.

Doktor- Neyiniz var?
Ben- Siz söylersiniz diye umuyordum...
Doktor- Yani şikayetiniz ne?
Ben - Hımm şey göğüs kafesimde bir ağrı var sanırım kalp krizi geçiriyorum..
Doktor - (Suratında bir gülümsemeyle) şöyle oturun size bir kalp masajı yapayım...
Ben - (Ciddiye almış bir ifadeyle) Nee????
Doktor - Lütfen kolunuzu kaldırın, şurasımı ağrıyor?
Ben - Evet tam orası nerden bildiniz?
Doktor - Kas ağrısı şu şu ve şu ilaçları kullan iki günde hiçbir şeyiniz kalmaz. Ayrıca bu tip ağrılarda lütfen sabah olmasını bekleyip polikliniklere başvurun.
Ben - Tabi tabi öyle yaparım bundan sonra, kalp krizi değil diyorsunuz yani...
Doktor - Evet öyle diyorum...

Acilden çıkıp eve geldim ama kendimi hala ikna edilmiş hissetmiyorum. Şaka şaka ikna oldum... Ne olacak benim halim. En sonunda yalancı çobanın hikayesine döneceğim, birgün gerçekten hasta olucam ama bunu kendime bile inandıramayacağım. İnşallah o gün hiç gelmez...

20 Şubat 2008 Çarşamba

Natalia Imbruglia Torn Canlandırma

Natalie Imbruglia oyunculukla başlayıp müzik camiasıyla devam eden nadir isimlerden. Genelde bunu tersi olur. Bende severek dinliyorum. Bu video onun Torn şarkısına canlandırma yapılmış hali. Çok güzel olmuş izleyin bence...

16 Şubat 2008 Cumartesi

İşten Sonra iş Konuşmaaa!!!

Avrupa'da insanlar işlerinden çıktıktan sonra işlerinden pek söz etmiyorlar. Hatta Almanlar dışarıda iş konuşmaya Fachsipelln diyorlar ki böyle bir davranışı küçümsüyorlar. Fransa'da daha bile hor görüyorlar. Sıkıcı insan damgasını vurup davetliler listesinden çabucak çıkarıyorlar.

Ben Londra'da ders dışında bir profesörümü görsem gidip rahatlıkla konuşabiliyorum, ama konuyu ders veya sınavla ilgili bir mevzuya getirmediğim sürece. İstanbuldaki arkadaşlarımda ne zaman bir profesörlerini göseler hemen hocam sınavda ne çıkacak ne soracaksınız diye başının etini yemeye başlıyorlar hemde bunu kampüs dışında yapıyorlar, şaşıyorum...

Hele ki İstanbulda bir kafe veya restauranta gidipde yanımızda ki masada hararetli hararetli iş konuşan birileri olmadan dışarı çıktığımızı hatırlamıyorum. Biraz relax ya, bütün gün iş iş iş az da olsa kendinize zaman ayırın sohbet edin, hemde benim gibi insanların sizin muhabbetlerinizle sıkılmasını önleyin.

9 Şubat 2008 Cumartesi

Bu ülkede...

Bu ülkede,
insan döven hayvanseverler var..
vatandaş öldüren vatanseverler var.

Bu ülkede,
yabancı bankalardan düzenli maaş alıp,
yabancıların Türkiye'ye gelmesine karşı olanlar var...

Bu ülkede,
kadına seçme ve seçilme hakkı 1930'larda verilmiş...
bu tarih, örneğin İsviçre için 1971...Ama yine bu ülkede seçimler,1950'ye kadar...
"açık oy gizli sayım" esasına göre yapıldı.

Bu ülkede,
insanların kanunlara uyması beklenmez...
kanunların insana uydurulması ise sıklıkla görülür...
Bu ülkede,seçilmişler atanmışları değil,atanmışlar seçilmişleri yönetir...
siyasiler bürokratları yönetmeye kalkınca olay çıkar...

Bu ülke,
Arabistan gibi bir iklime sahip olsa,
kırk yılda bir yağan yağmurun evleri basması normal karşılanabilir.
Ama bu ülkede yılın geneli yağmurlu geçer,
her yağmurda evleri su basar,
hep de anormal karşılanır...

Bu ülkede,
dere yatağına gecekondu yapan insan,
evini sel basınca devleti suçlar...

Bu ülkede,
ortalama hükümet ömrü iki yılın altındadır,
ortalama teknik direktör ömrü de altı ayın altında....
ve bu ülke hala,istikrarsızlığın nedenini aramaktadır...

Bu ülkede,
zenginler paralı oldukları için sevilmez,
fakirler de donla denize girdikleri için...

Bu ülkede,
yaşlılar iyimser...
çünkü 70'leri, 80'leri, 90'lariçok iyi hatırlıyorlar...
gençler kötümser...
çünkü........

Bilin bakalım bu ülke hangi ülke???

Tavuklar Hangi Gezegenden???

Bir gün Japon arkadaşlar yemeğe geldi. Kyoko ve Tomoko. Kyoko Tokyo’dan yeni gelmişti. Doğduğundan beri Tokyo’dan ayrılmamış. Bu yüzden her şeye hayret ediyordu. Londra ona çok tarihi ve ilkel gelmiş. Zira anladığım kadarıyla Tokyo yüksek teknoloji dolu bir 25. yüzyıl şehriymiş. Bir uçan arabalar falan eksikmiş. Her neyse, bu kız da doğma büyüme Tokyolu olunca, gelecekten gelmiş gibi hissetmiş kendini. Böyle ilkel milkel dediğinde ukalalık yaptığını filan düşündüm. Ama sonra sofraya fırında tavuk gelince kızın durumunu anlayışla karşıladım. Zira kız tavuktan feci şekilde korktu. Birdenbire ayaklanıp "Ayy, bu ne?" diye bağırdı. Meğer kendisi tavuğu öyle bütün haliyle hiç görmemiş. Tokyo gökdelenlerinde geçirdiği bütün ömrü boyunca hep hazır gıda yemiş. Yani tüm çocukluğu uzay istasyonunda geçmiş gibi. Hi-tech yaşam standartları bunu gerektiriyor herhalde. Bir astronotluk hali geliyor insana. Ona Türkiye’de canlı tavuk bile görebileceğini söyledim. Oldukça şaşırdı. Bana "Sen gördün mü?" filan dedi. Bir ara kurban bayramı olayını anlatmaya niyetlendiysem de meseleyi uzatmadım. Ertesi gün, ne olduysa oldu, biz bu Kyoko’larla, "Doğa Tarihi Müzesi"ne gittik. Biz Türk olduğumuz için hemen dinozor iskeletlerinin yanına gidip "Dişlere bak" falan diye bağırmaya başladık. Kyoko ise en çok çiftlik hayvanları bölümünde oyalandı. Bu bölümde eşek, tavuk gibi hayvanların canlı gibi görünen maketleri vardı. Medeni olmanın bedeli böyle bir şey herhalde diye düşündüm. Tavuk görmek için müzeye gitmen gerekiyor. Yani öyle evde civciv filan beslemen çok zor. Zaten gerek de yok. Misal, Playstation; birçok açıdan tavuktan daha eğlenceli. Ama ne yazık ki yenmiyor.

Tv Reklamları ve Fakirler...

TV kanallarinin temel finans kaynagi reklamlardir. Bir reklam gosterilir, potansiyel alicilardan bir kismi bu reklamlari gordukten sonra urunu satin alir ve reklam veren sirket de parayi TV kanalina verir. Boylece potansiyel alicilar TV kanalini ayakta tuttugu icin reklamlari seyrederek diger icerigi seyretme hakkina sahip olur.

Gecen gun TV seyrederken bircok araba reklami gordukten sonra, araba alma plani olmayan insanlar bu reklami seyrederek TV kanalini destekliyor mu? Yoksa belese TV mi seyrediyor diye dusunmeye basladim. Birden farkettim ki reklam iki tarafli calisiyor: Zengine reklam yapip urunu satiyor, fakire de bu urunu prestijli gostererek aslinda arabanin "algilanan degerini" artiriyor. Cunku bir araba sadece hareket eden ve insan tasiyan bir arac degil ayni zamanda insanlarin gururla gezmelerini (ya da hava atmalarini, ya da ustunluk gostergesi olarak saymalarini) de saglayan bir simge. Bir arabaya 100 bin dolar vermek kadar, o arabanin aslinda o kadar pahali oldugunun diger halk tarafindan bilinmesi de onemli. Reklami seyreden ama alim gucu olmayan insanlarin da bu sisteme katkisi boyle oluyor.

Zaten bircok reklam artik urun tanitmaktan cok insanlarin kafasinda bir marka yaratmak uzerine kurulu.

8 Şubat 2008 Cuma

Back To The Future 4!!!

Hayır konumuz Back To The Future'ın 4. bölümünün çekileceği değil. Çekilmesinde zaten M. J. Fox olmadan hayal edemiyorum filmi. Neyse konumuza gelelim. 3 ay içinde CERN'de yapılacak evrenin nasıl var olduğunun küçük bir benzeri niteliğinde ki Atlas deneyi için dünyaca ünlü iki rus bilimadamı Irinia Arefava ve Igor Volovich'ın söyledikleri: Bu deney sırasında ortaya çıkan yüksek enerji, zamanda bir kırılma yaratacak. Atom düzeyinde bile olsa bir zaman tüneli oluşacak. Hatta bu iddiayı dünyanın en prestijli bilim dergilerinden biri olan New Scientist dergisi bile kapak yapmış. Yani böyle birşeyin olabilmesi 3 ay içinde çok olağan görülüyor. Şöyle bir düşününce zamanda yolculuk gerçekleşse sizin gitmek istediğiniz 2 zaman dilimi ne olurdu? Bakalım ilk denememde bir mim dalgası yaratabilecekmiyim:) Mimlenenler Tanrıçamız Artemis, klamorine, Sinepena'dan Trapezunda, findukzade, dikkat acemi blogcu.

Yazıyı neredeyse soruyu kendim yanıtlamadna bitirecektim:) İşte zamanda yolculuk yapsam gitmek isteyeceğim 2 zaman dilimi.

1- 1453 e gidip İstanbul'un fethini canlı canlı izlemek
2- Anne ve babamın gençlik yıllarına gidip onları genç olarak görmek

Uzman mısın?

İngilizce'de pundit diye bir kavram var. Hani hergün tv ye çıkıp görüş bildiren uzmanlarımız varya onlar için kullanılıyor. Çok enteresan bizde bu punditliği meslek olarak yapanlar bile var.

- Ne iş yaparsın?
- Tv ye çıkıp görüş bildiririm hemde uzman görüşü...

Bizim punditlerimiz benden bile panik insanlar, son günlerde yaptıkları sadece tv ye çıkıp felaket senaryoları üretmek. Ben genç ve hayata yeni atılacak bir insan olarak bu kadar karamsar bir ortamda ne yapabilirim onu düşünüyorum. Madem son günlerde ki tartışmalar ve gündem bizi felakete götürecek neden çalışalım neden çabalıyalım? Hiç değilse ülkemiz için... Artık bu punditleri dinlememeye karar verdim. Tv de yüzlerini görür görmez o kanalı değiştiriyorum. Belki bunları dinlemeyen bizler birşeyleri değiştiririz.

6 Şubat 2008 Çarşamba

Nasıl Büyük Gazete Olunur?

Daha önce who should live again sitesi birçok yerde deşifre edilmiş sitenin aslında bir Türke ait olduğu ortaya çıkmıştı(1, 2). Zaten deşifre olduğu için Atatürk sevgimizi paraya çevirmeye çalışan insanları şimdi konu bile etmiyorum. Asıl konumuz; bunu araştırmadan etmeden haber yapan Türkiye'nin iki büyük gazetesi Vatan ve Milliyet. Haberi yayınlayan gazetelerimize göre who should live again sitesi Amerika merkezli bir site. Zaten bugün itibariyle deşifre olan siteyi site sahibi türkçe hale getirmiş. Ben bunu haber yapan gazetelerimize birkaç öneride bulunmak istiyorum. Haberi yapmadan keşke sitenin whois bilgilerine ulaşsalardı. Yada siteye girip bir kere baksalardı.
"GOD IS WATCHING THIS VOTE...
All the people in the world vote their favourite to make him/her live again. Just keep your candidate in the first three when the voting ends. The only way to achieve is to have others vote for your candidate."
Baksalar bu metni görürlerdi. Zaten Amerikalılarda ingilizceyi böyle konuşuyorlar:)

Yada sitenin kaynak kodlarına baksalardı background="images/cubuk.png", span class="yazi", background="images/baslik1.png" gibi kodlarıda görebilirlerdi. Ve bu anlamsız haberleri yapmayıp Atatürk sevgimizi sömürmeye çalışan bu insanların ekmeğine yağ sürmezlerdi.

Yeni Cool Karakterimiz...

No Country For old Men filmini dün akşam izledim ve Beyaz'ın psikopat karakterinden sonra kendime yeni bir psikopat karakteri buldum. Hemde bu cool bir insan. Önce biraz filmden bahsedeyim, gerçektende film Oscar'ın en güçlü adayı bence. Filmdeki tek sorun asıl anlatmak istediği temayla film boyunca hiç ilgilenmeyip filmin sonunda da gözümüze gözümüze sokması. Eee bunada karışılmaz zaten bu Coen kardeşlerin filmi yorumlaması. Neyse asıl konumuza gelelim. Filmde öyle biri var ki cool karakterlere yeni bir ilham olmaya aday bir karakter. Javier Bardem'den bahsediyorum evet. Şu altta verdiğim iki resmine bir bakarmısınız adam nasıl bir ruhsal evrimden geçmiş filmden önce. Bu karakteri hayatımıza sokan Coen kardeşlere teşekkürü bir borç bilirim. Benden size bir altın heykelcik:) Filmi izledikten sonra Javier Bardem'in Before Night Falls ve Goya's Ghost filmlerini izlemenizi de öneririm...

4 Şubat 2008 Pazartesi

All You Need is Mim:)

Ben bu mimlenme olayından sanırım hiç bıkmayacağım. Sevgili Tanrıçamız Artemis beni yine mimlemiş (çokda iyi etmiş, oda olmasa bu blog camiasında kimse mimlemeyecek:( ) İyiki varsın Tanrıça Artemis diyerek yazıma devam edeyim. Mim'in konusu şudur efendim: Olmasını İstediğim Mantıklı/Mantıksız Şeyler ve Bir Daha Dünyaya Gelsem.

Öncelikle olmasını istediklerimi sıralayayım:
1- Gözümü kapatıp parmağımla haritada herhangi bir noktayı işaretleyip, 2 seneliğine orada yaşamaya başlamak istiyorum.
2-Kendi adıma bir TV programı hazırlamak ve sunmak istiyorum.
3- How I Met Your Mother/ Scrubs/ Two Guys and a Girl/ Two and a half Man dizilerinde konuk oyuncu olarak oynamak istiyorum.
4- En az 8 dil bileyim istiyorum

Çok düşündüm bu kadar şey istiyormuşum ona kanaat getirdim, ne kadar mütevazi bir insanım bir kez daha kendime kanıtlamış oldum:)

Gel gelelim bir daha dünyaya gelsem sorusuna, Annemi ve Babamı bu kadar üzmemiş olmak isterdim:(

Klamorine ve cansulogy sizde mimlendiniz...

3 Şubat 2008 Pazar

Beni Mutlu Etmesi Gereken Şeyler

Bazı şarkılar diğerlerinden daha farklı oluyor. Onlar biraz daha beni anlatıyor. İşte onlardan biri ve sözleri. The Submarines' den geliyor: Brighter Discontent


"Başımın üzerine lekelenmiş yeni bir çatı aldım
Bütün boş kutuları fırlatıp
Bugün yüzlerce kez
Yeniden düzenledim heryeri
Ama eşyaların sırası
Eksik olanı gizleyemedi
Bunların hepsi beni mutlu edebilir
Tekrar evde olmak beni mutlu edebilir
Bunların hepsi beni mutlu edebilir
Tekrar yalnız olmak beni mutlu edebilir
Kendime bir şişe kırmızı şarap aldım
Yapacak başka birşeyin olmadığı bir gece aldım
Gerçekten ne istediğimi bilebilirdim
Amaidaha parlak bir huzursuzluk
Bulmayı umut ettiğimin en iyisi mi?
Siyah büyük bir televizyon seti aldım
Artık ne istersem izleyebilirim
Ama burada
Duvardaki resimlere bakıyorum
Neredesin
Sen hala hepsinin içinde takılıp kalmışsın
Bunların hepsi beni mutlu edebilir
Tekrar evde olmak beni mutlu edebilir
Bunların hepsi beni mutlu edebilir
Tekrar yalnız olmak beni mutlu edebilir
Ama aşk,
Barındırdıkları hatıralarda bir anlam olmasına rağmen
Beni saran bu eşyalar değil
Boş bir evdeki kırık kalp,
Bugüne kadar duyduğum en yüksek ses.
Bir masa aldım,
Senden gelmiş gibi yapacağım
Bir not yazacağım kendime
Stationary otelinde
Ilk defa tanıştığımız zamandan
Yazabildiğim yere kadar, çünkü hala vazgeçmiyorum.
Bunların hepsi beni mutlu edebilir
Tekrar evde olmak beni mutlu edebilir
Bunların hepsi beni mutlu edebilir
Tekrar yalnız olmak beni mutlu edebilir
Ama aşk,
Barındırdıkları hatıralarda bir anlam olmasına rağmen
Seni sarmalayan bu eşyalar değil
Boş bir evdeki kırık kalp
Daha önce duymadığım en yüksek ses.
Gitmiş olanı bulmak için etrafıma bu kadar çok bakmazsam,
Daha iyi olacağım.
Keşke zaman geçerkenburada, odamda biraz daha beklebilsem…"

2 Şubat 2008 Cumartesi

Yazıklar Olsun!

TFF yani Türkiye Futbol Federasyonu her ilçeden bir kişiyi Avrupa Futbol Şampiyonasına götürüyormuş. Bunuda gazete ve tv lerdeki reklamlarıyla duyuruyorlar. Peki kimin parasıyla? Tarkan a yılbaşında TRT nin ödediği paranın geldiği yerden gelen bir parayla. Yani senin benim ödediğim vergiyle. Yazıklar olsun diyorum.

Ahh Şu Meteoroloji!

Artık hiçbirşeyin zevkini tam olarak yaşayamaz oldum. Ah şu meteoroloji yok mu... Tüm suç onda. Şöyle akşam yatıp da sabah kalktığımda veya kapalı bir yere giripde uzun süre kaldıktan sonra dışarıya çıktığımda heryer bembeyaz göremeyecekmiyim ben. Efendim bugün saat 16:30 sıralarında kar yağacak diyorlar 16:30 da kar yağıyor. Nerde bunun keyfi? Sabah kalkacaksın bir bakacaksın heryer bembeyaz, hemen tv açılacak haberler kontrol edilicek ki ilk ve orta dereceli okullar için bir tatil söz konusu mu. Nerdeee.... Acıyorum şu yeni nesile her zaman ki gibi:)