28 Nisan 2007 Cumartesi

Vestel ve Sulu Teknolojisi

Vestel dün bir basın açıklaması yapmış. Gülmekten kendimi alamadım. 20 milyon dolar harcayarak 2 yılda sulu yakıt pili teknolojisi geliştirmişler. Ya dünya devi şirketler yalandan yere teknoloji geliştirmek için milyar dolarlar harcıyor yada bizim ülkemizde teknoloji geliştirmek çok ucuz.

Şimdi açıklamadaki şu cümleye dikkatinizi çekmek istiyorum; "Evlerinde enerji harcamalarını yüzde 90 azaltmak isteyenlerin yapacağı yatırım yaklaşık 12.500 dolar." Ben senede 400$ elektrik parası ödüyorum, yani bu sistemi evime kurdurursam 30 yılda kendini amorti edemiyor. Ote yandan $12500'i enflasyona endeksli hazine kagitlarina yatirsam senede elime elektrige harcayacagim rakamin 2 kati bir para gecer. Bu parayla ben 1 degil, 2 evi aydinlatirim.


Vestel 800 milyon dolara arazi alacağına bu parayı AR-GE ye yatırsa eminim çok daha mantıklı ve güzel projeler ortaya çıkarabilirdi. Zamana ve paraya yazık 2 sene uğraşmışlar, kaldı ki icat ettikleri sistemin omru olsa olsa 3-5 yildir.

Peki açıklamadaki şu cümleye ne demeli "Türkiye’de 15 milyon hane var. 15 milyon hanenin yakıt piline dönüşüm maliyeti yaklaşık 60 milyar dolar. Türkiye yenilenebilir enerji konusunda bir politika benimsese ve yılda 6 milyar dolarını evlerdeki bu dönüşüm için ayırsa ne olur. Eğer böyle bir teşvik politikası olursa evlerde kullanılacak bu yakıt pillerinin fiyatlarında da 24 ay içinde yüzde 30-40 maliyet düşüşü gerçekleşebileceğini düşünüyorum" Yani bunun %80 ini devlet karşılasın demiş. Yuh diyorum başka yorum yapmıyorum.

27 Nisan 2007 Cuma

Tarihteki İlk Müstechen Fotoğraf

Fotoğraf kelimesi ilk kez 1839'da kullanılmış ve yine aynı yıl, Louis J. Daguarne ince tabaka gümüş iyodürle sıvanmış metal bir levha üzerinde oluşan görüntünün cıva buharına tutularak sabitleneceğini Fransız Akademisine açıklamış.

Yalnızca iki yıl sonra 1841'de Daguarne'nin yardımcısı Andre Le Fevre Shetland midillisinin tekiyle cinsel ilişkiye girmeye çalışan bir kadının yer aldığı müstehcen bir fotoğrafı satmaya çalıştığı için Tuileries Bahçelerinde tutuklanmış. Fotoğrafta kadın ve midilli, küçük pofuduk toplardan saçaklar olan kadife perdelerin önünde poz vermişlerdi. Dorik sütunların arasındaydılar. Sütunlardan birinin önünde, saksı içinde bir palmiye vardır. Bu fotoğraf tarihin ilk müstehcen fotoğrafıdır.

Gerçi Le Fevre, resmin bir sanat eseri, niyetinin de Yunan mitolojisini canlandırmak olduğunu ileri sürmüş, sütunların ve saksıdaki palmiyenin de bunu kanıtladığını söylemiş.

Hangi miti betimlediği sorulduğundaysa, kadının fani, midillinin de tanrı olduğu, bunun gibi binlerce mit bulunduğu yanıtını vermiş Le Fevre.

Le Fevre 6 ay hapse mahkum edilmiş ve hapishanede zatürreeden ölmüş.

Ne garip değilmi ne art niyetli bu insanoğlu icat ettiğinden iki yıl geçmeden ne amaçlarla kullanmış fotoğrafı:D

20 Nisan 2007 Cuma

Radyo Aktivite

Radyo-aktivite: Radyo dinlerken yapılan aktivitelerin tümü...(Misal: Radyo dinleyerek ders çalışmak, veya dans etmek) Radyoaktif ise Trabzon'da yerel bir radyonun adıdır. Radyoaktivitenin bizim Türk yöneticilerinin lugatındaki karşılığı bu. Türkiye'de nükleer santral yapılmak isteniyor, hani tüm su kaynaklarımızı doğru kullandık, herşeyi tam yaptık sıra nükleerde. Fizik bölümünde okuyan kızarkadaşımın "Artık yeni nesil nükleer reaktörler var, onlar sıfıra yakın riskli" gibi sözlerine rağmen, eski kafalılığım tuttu ve araştırmadan etmeden bu nükleer enerjiye karşı olmak istedim. Ama en kısa zamanda araştırıp ne kadar gereksiz, zararlı, kötü birşey olduğunu sizede kanıtlayacağım...(Farklı düşünen varsa beni ikna etsin) Belli ki Çernobil genlerimize işlemesede benliğimizde baya bir yer edinmiş. Mühendislik problem çözeme bilimi iktisat da tercihler bilimi iken bizim yöneticilerimizin nükleer enerji kaçınılmazdır, bu yeni çağın enerji tipidir demesi ne kadar doğrudur anlam veremiyorum. Hele ki, sismik olarak bu kadar aktif bir bölgenin üzerine bu projeyi gerçekleştirme ısrarını anlamak mümkün değil. Tam konuyu araştırayım birşeyler yazayım derken Greenpeace'in sayfasında bir yazıyla karşılaştım. Tam benim anlatmak istediklerimi anlatıyor, birde ben boşuna yazmayayım siz gidip okuyun.

Bu Adamın Canı Uzunca Bir Süre Sıkılacak...


...bu adamın can sıkıntısına alternatif olarak sunulan hizmet cep telefonuna indireceği golleri belirli bir ücret karşılığında indirip izlemesidir. Zaten bu adam garip bi adam, öyle sıkıldığında kitap okuyayım, gazete, dergi karıştırayım, kızarkadaşımla şöyle güzel bir film izlemeye gideyim demez. Hele hava güzelse şöyle bir çıkayım gezeyim, yürüyüşe çıkayım, biraz koşayım hiç demez. O adama bi lafım var; aynen devam etsin en kısa zamanda can sıkıntısı yok olacaktır. Şimdide reklamı yapan şirkete bir lafım olacak, bu tipte bir adam bulmaları biraz zor. Reklam inanılmaz derecede berbat, herşeyi anladım da Kenan Doğulu kendini böyle birşeye neden alet ettirmiş onu anlamadım.( Gerçi o da ortada:para para para) Adam reklam boyunca bitsede gitsem havasında oynuyor. Bu şirketin bunca güzel reklam kampanyasından sonra bu hiç yakışmadı.

Ya Tutarsa???

Türkiye'de insanlarimiz "olası" ve "mümkün" kelimelerini birbirine karistiriyor. Mesela dunyaya büyük bir göktaşı carpmasi "mümkün"dür (daha once dunyaya büyük bir göktaşı carpmistir, o yuzden mümkündür), ama dunyaya büyük bir göktaşı carpmasi "olası" mıdır? Değildir. Olmayacak duaya amin denilmez. Maalesef ülkemizde bir sürü Nasreddin Hoca var. Tutmaz tutmaz ama ya tutarsa.

Not: Ne demek istediğimi bence çoğunuz anladınız...

Rahat Bir Uyku

Hayatım monotonlaştıkça rüyalarım ilginçleşiyor diyordum o zaman bu gece rahat bir uyku çekip sabah hiçbirşeyin etkisi altında kalmamış olarak uyanmamanın tadını yaşayacağım, güzel..

17 Nisan 2007 Salı

Üçüncü Adam

Üçüncü Adam filminde şöyle bir replik geçer; "İtalya'da 30 yıl boyunca Borjiyalar(ünlü bir İtalyan aile) vardı. Yani savaş kıyım, cinayet... Ama Michelangelo, Leonardo ve Rönesans aynı dönemde var oldular. Oysa İsviçre'de kardeşlik, 500 yıllık demokrasi ve barış vardı. Ama ne yapabildiler? Sadece guguklu saat!..."

Filmde bu repliği duyunca düşünmeden edemedim, gerçekten de bizde de hep karışıklık dönemlerinde önemli kişiler tarih sahnesine çıkmış veya önemli olaylar gerçekleşmiş. Bir ulusun uyanışı ve Atatürk'ün ortaya çıkışı, ülke işgal altındayken olmuş. Peki aynı durum neden Ortadoğu için bir türlü gerçekleşmiyor? Yüzyıllardır aynı sahneleri yaşayan Ortadoğu halkı neden diğer medeniyetlerin yaptığı atılımları yapamamakta? İşte en basit cevabı, fazla düşünmeye gerek yok. Ortadoğu insanı eğitimsiz ve cahil. Konusu gelmişken bunuda söylemek isterim Ortadoğu kelimesini kullanmamıza bende karşıyım, İngiltere ve Fransa'ya göre bu bölge Ortadoğu olsa da bizim için Yakındoğu'dur. Tüm dayatmalar gibi bu dayatmadan da son derece rahatsızım. Üçüncü Adam filmini anlatacakken nasıl buralara geldim bende farkedemedim, neyse efendim ben yinede tavsiyemi yapayım 1949 yapımı film tek kelimeyle mükemmel.

16 Nisan 2007 Pazartesi

Neden Blog Yazıyorum???

Aşka Davet filminde Beverly Clark karakteri şöyle bir replik söyler:
"Yaşamlarımıza tanıklık edecek birine ihtiyacımız var. Bu gezegende milyarlarca insan var. Söylemek istediğim şu, hangimizin hayatının gerçek bir anlamı var? Fakat evliliklerde herşeye dikkat edeceğin üzerine söz veriyorsun. İyi şeyler, kötü şeyler, korkunç şeyler, sıradan şeyler... Hepsine her zaman, hergün şöyle diyorsun: "Yaşamın uyarısız olmayacak, çünkü ben uyaracağım. Yaşamın tanıksız geçmeyecek çünkü ben senin tanığın olacağım." "

Bende blog yazmaya siz okuyucular hayatımdaki iyi şeylere, kötü şeylere, sıradan şeylere tanıklık edesiniz diye başladım. Sanırım daha evlenebilecek yaşta değilim, olsaydım bile o kadar da hevesli değilim zaten. Yani şimdilik blog yazmaya devam, belki evlendikten sonra yanlızca iyi ve sıradan şeyleri paylaşırım sizinle. İşte ben bu nedenle blog yazıyorum, sanırım ben hayatıma tanıklık edecek birine değilde birilerine ihtiyaç duyuyorum. Evlenmeyi düşünmesemde hayatıma tanıklık eden çok sevdiğim bir sevgilim var ama o yetmedi demek sizinlede paylaşmak istedim.

Not: Ha bide unutmadan Aşka Davet filminide izlemeyi unutmayın, gerçekten güzel film.

Sanal Korkular...

Aklın süzgecinde elemediğimiz sanal korkular karşı karşıya bulunduğumuz riskleri artırır. Çünkü paranoyak kuruntuları olan şahıs veya toplumlar; tehlikeleri sınıflandıramaz, sınırlı olan enerjilerini doğru yönde kullanamazlar. Örneğin, bazılarımız Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde görülmemiş ölçüde tehlike altında olduğunu iddia etmektedir. Bu korkularla alınacak ‘önlemler’, yalnızca bizi dünyanın geri kalanından koparmakla kalmayıp aynı zamanda enerjimizi birbirimize karşı kullanmamız sonucunu da doğurabilir. Geldiğimiz noktada daha büyük tehlikelerle karşı karşıya kalabiliriz.

Tehdit altında olduğumuzu iddia edenler, biraz daha açık konuşup hangi tehditlerin var olduğunu açıklasalar belki bizde rahat ederiz bu paranoyalardan kurtuluruz.

14 Nisan 2007 Cumartesi

Fiyasko!!!

Fiyasko, anonim bir başarısızlıktır. Bu başarısızlıktan muhtemelen hayatındaki herkes haberdardır. Son 8 seneni harcadığın bir projenin sonunda elde ettiğin başarısızlığı tam bir fiyasko olarak açıklayabilirsin. Kendimi tanımaya çalışmak için yanlış zamanı seçtim sanırım, ama bu olaylar nasıl başladı da en son bu hale geldi onu bile hatırlamıyorum. Ama hiçbir fiyasko yeterlilik için başlamaz. İngiliz kraliyet hava kuvvetlerinin parolası; risk almadan başarı olamazdır. Kuzey atlantik somon balığı akıntıya ters yönde binlerce kilometre gider, sizce neden? Seks için tabiki, ha bide yaşamını devam ettirmek için. Yani bende bu fiyaskonun başında yeterli olmak isteğinde değildim. Amacım tepede olmaktı. Risk almıştım ve sonucu bir fiyaskoyla bitmişti.

Peki neden böyle olmuştu. Eksik olan neydi? İşte sonucu: Eğitim sizi bir yere kadar getirir. Ego ise size yolun gerisini getirmez. Sizi besler ama sizi yalnız ve soğuk bırakır.

Hiçbir zaman kapıcı(kimin geçip kimin kalacağına karar veren kişi) olmak için uğraşmadım. yıllarca öldürücü içgüdün olduğunu sanıp sonunda olmadığını farkedince yıkılıyorsun. Birşeyi istiyorsan onun için savaşmalısın.

Ben hayıra pek alışkın değilim, hiç alışamadım. Belkide benim bu halde olmamı son zamanlarda aldığım hayırlar neden olmuştur. Tabi hiçbirşey için geç değil biliyorum. Bence insan hayatını bir sinüs eğrisi ile açıklayabilirsiniz. Sıfıra indiğinde herşeyin bittiğini sanabilirsin ama sıfırdan da aşağısı vardır. Ama bir kırılma noktasında yine yükselmeye başlarsın, ümidini kaybetmeyeceksin ve savaşa devam edeceksin. Birşeylerin değişmeye başladığının farkındayım.

İşte o kırılma olmak üzere...

6 Nisan 2007 Cuma

McNuggets=Tavuk?

Mcdonald's restoranlarında satılan mcnugget'ı kızartılmış tavuk parçası sanırdım ben. Oysa %56'sı mısırmış. E bari geri kalan %44 tavuk olsa diyor insan ama değil. Mcnugget 38 bileşenden oluşuyormuş. Yani %56 mısır, geriye kaldı 37 bileşen. Yani kalan %44'ü oluşturan 37 bileşen daha var. Bu bileşenler de mısırla veya soya fasulyesiyle bağlantılı. Ne kadarı tavuk etinden oluşuyor bilemiyorum ama, tavukları da mısırla besledikleri düşünülürse ve mısırların genetik yapısıyla oynandığı hatırlanırsa, hayal gücü hemen çalışmaya başlıyor ama.

Daha ilginci:
Uzun süre buzlukta kalma ihtimali olan mcnugget malzemelerini korumak için petrol kökenli sentetik kimyasallar kullanılıyormuş. Dimethylpolysiloxene isimli maddenin kanserojen olduğundan şüpheleniliyormuş. Ayrıca bu madde yanıcıymış. Tbhq adı verilen daha tehlikeli bir maddenin 1 gramı, mide bulantısı, kusma, kulak çınlaması, sanrı, nefes darlığı gibi sorunlar yaratabiliyormuş. 5 gram alınması ölüme bile sebep olabiliyormuş.

Not:Haberin ingilizce kaynağı burada. Konuyla ilgili başka bir yazı da bugday.org da.

5 Nisan 2007 Perşembe

YİTİP GİDEN ÜMİTLERİME...

Gitmeyi kafasına koymuştu bir kere... İstemiyordum, bundan emin olduğum kadar emindim ki an be o an gözüme bile bakmadan gidecekti, kararlıydı. Cesareti yoktu belki de parlak damlaların her zaman okşadığı yerlerden kaygısızca kayıp gidişinin sebebinin ne olduğu ile yüzleşmeye. Hem kafası da bunu yoracak kadar boş değildir, öyle ya. Yüzünü bile göremeyecektim... Şaşkındım, tamam yüzüme bakmıyorsun eyvallah, ya sesim, onu nasıl duymazdan geleceksin? Ayağa kalktı, yüzüme baktı derin derin, öylece kaldım... Boşlukta olmak. Yoo, bu değil, sabahın 6'sı gün doğuyor, nefesimi görüyor gözlerim, kalbimin ritmini yakalıyorum... Huzurun, sabahın sessizliği, kuşların cıvıltısı, bir fincan çayın sıcaklığı, taze poğaçanın tadı, o anlamsız dinginlikte, böyle bir histi benimkisi... Boş ama dolu yada tam tersi, karışık ama tepkisiz, bir heykel gibi anlamlı ama durgun. Göremedi yaşlarımı, ağlayamadım, ters köşe oldum apansızca yakaladı, hamle şah mat. Kapıyı açtı hala orada 2 adım uzağımdaydı kolumu uzatsam... Herneyse bir şarkının tam ortasındayken sesimi kaybettim, gözlerimin kenarında asılı kaldı gözyaşlarım, yere düştüğünde ortaya çıkacak olmasa gerek... O gitti. Mutluluk parmaklarımın arasından kayıp gitti, tutamadım, dur diyemedim. Hıçkırıklara boğuldum, nafile artık, o yoktu. Güle güle mutluluk...
Yazan: Ebru ER

4 Nisan 2007 Çarşamba

Ölüm İçin Söylenmiş Vecizeler

“Ölüm, asıl vatanına ulaşmak için ruhun kurtuluşundan başka bir şey değildir.(...) Her beşikte bir mezarın tohumu vardır.” (Platon)
“Hiçbir insan yok olmak için yaratılmamıştır.” (Camille Flammarion)
“Ancak ölümden sonradır ki, hakikaten yaşamaya başlarız.” (Çiçero)
“Asil ruhlar için ölüm, karanlık bir tutsaklık yaşamının sona ermesidir. Dünyada bütün çabalarını kötü işlerde kullanmış olan ruhlar içinse ölüm bir rahatsızlıktır.” (Plütark)
“Yaşam bir rüyadır, ölüm de bir uyanış.” (Voltaire)
“Ölüm bütün servetleri denk kılar. Cenaze töreninin görkemi onları tekrar derecelendirmez.” (Montesquieu)
“Ölmekten ne korkarsın;korkma , ebedi varsın.(…) Ölür ise ten ölür;canlar ölesi değil.(...) Kara toprağın altında, gül deren elleri gördüm.” (Yunus Emre)
“Can, sahrasına vararak tenden ve dünya sıkıntısından kurtuldu. O âlem, zerre zerre diridir. Her zerresi nükteden anlar, söz söyler (…) Başsız ayaksız seferler eder, dişsiz dudaksız şekerler yerdim. Sakinleriyle zahmetsiz zikre, beyinsiz fikre dalar, onlarla latifeler ederdim. Gözlerim kapalı olarak bir alem görür, elsiz avuçsuz güller devşirirdim.” (Mevlana Celaleddin Rumi)
“İnsanlar için gerçek olan dünya yaşamıdır, uykudayken yaşanılanlar birer rüyadır, spatyumun idrakli ruhları içinse dünya yaşamı bir rüya gibidir." (Allan Kardec, spiritizmin kurucusu)

2 Nisan 2007 Pazartesi

Yaratıcılık

Bugunlerde, Business Week dergisinde (thanks Marginal Revolution for the pointer) yaratici cozum uzerine cok guzel bir yazi var, okumanizi tavsiye ederim. Altin aramasi yapan bir sirketin kendi muhendislerinden fayda gelmeyecegini gordukten sonra buldugu cozum hepimize ornek olsun diyorum.

1 Nisan 2007 Pazar

Devlet Kavramı Üzerine

Notlar'da devlet kavramı üzerine bir yazı okudum, ilgimi çeken kısmını sizinle paylaşmak istedim. Tamamını Notlar'a giderek okuyabilirsiniz.

"Aristo'ya göre devletin nihai amacı "eudaimonia"; "happiness of subjects" imiş. Yani teb'anın mutluluğu. Aristo sadece felsefenin değil, popülizmin de mi babasıymış, nedir? (bu alıntı "politics"ten)Hobbes'a göre devletin kuruluş amacı: "to eliminate the feeling of insecurity and fear of death." Yani güvensizlik duygusunu ve ölüm korkusunu ortadan kaldırmak. (Leviathan'dan)Locke'un da görüşleri benzer diyebiliriz. (Second Treatise of Government)Demek ki devlet vatandaşın güven duyduğu ve mutlu ettiği ölçüde devlet oluyor. Ama bizde devlet baba tarafından verilen (ve ondan talep edilen) mutluluk daha çok eroin gibi kısa vadeli, sıkıntısız elde edilen, bağımlılık yaratan mutluluklar. Sonrası ise bütçe, sosyal güvenlik açıkları ve kriz olarak geri dönüyor."

Oyun Teorisi

Kurnaz polisin biri iki kuyumcu hırsızını yakalar ve sorguya çeker. Niyeti bu hırsızlara bir hafta önceki banka soygununu yıkmaktır. Polisin elinde bu iki hırsızın bankayı soyup soymadığına dair hiçbir kanıt yoktur, ama polis davanın kapanmasını istemektedir. Bu yüzden hırsızların bankayı soyduklarını itiraf etmeleri gerekmektedir. Oysa kuyumcu hırsızlarının ne banka soygunuyla ne de soygun sırasında işlenen cinayetle bir alakaları vardır. Kurnaz polis bunun üzerine şöyle bir formül düşünür. Polis bu iki hırsızı birbirlerinden haberi olmayacak şekilde iki ayrı sorgu odasına yerleştirir. Sonra ikisine de ayrı ayrı itiraf etme ya da etmeme durumlarında ne olacağını şu şekilde anlatır. Eğer iki hırsız birden itiraf ederse ikisi de onar yıl hapis yatacak. Biri itiraf ederse, itiraf eden iki yıl, itiraf etmeyen ise on beş yıl yatacak. İkisi de itiraf etmezse kuyumcu dükkânını soyma girişiminden üçer yıl yatacaklar. Bu durumda artık mahkûm olacakları kesinleşmiş hırsızlarımız düşünürler. Diğer mahkûm itiraf ederse, itiraf etmek daha iyi. İtiraf etmezse de itiraf etmek daha iyi. Bu durumda iki mahkûm da işlemedikleri suçu kabul ederler. İkisi de doğruyu söylese üç yıl yatacakken şimdi ikisi de onar yıl yatmak zorunda kalacaklar.

Bu oyun mahkûmun ikilemi olarak bilinir. Özelliği istikrarlı sonucun genel refahın kötülüğüne olması.

İki tane çoban vardır, ikisinin de kendi koyun sürüsü vardır. Köyün ilerisinde ufak bir çimlik alan vardır. Çimlik alan ancak iki sürüyü her zaman doyuracak kadar geniş değildir. Ya sadece bir sürü gidecek ya da iki sürü bu çimliğe her zaman gelmeyecek. Her iki çoban da oturur düşünür ve diğer çoban o çimliğe gitse de gitmese de gitmenin kendi yararına olduğunu keşfeder ve sürüsünü o çimliğe götürür her zaman. Tabii çimlik iki sürüyü kaldıramadığı için kurur.
Bu iki senaryo arasında, senaryo bir defa tekrarlandığı sürece, oyun kuramsal açıdan bir fark yoktur. Adam Smith yanılmıştır, kişiler kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarının önüne koyarsa bazen toplumsal felakete yol açabilirler.