30 Mayıs 2007 Çarşamba

Küresel Isınma? Küresel Soğuma?

Bugünlerde hangi bloga baksanız bir küresel ısınma yazısıyla karşılaşıyorsunuz. Bizde blog olarak bu konuya birkaç kez deyindik. En son yazımıza gelen yorumlar biraz yanlış anlaşıldığımızı düşünmeme neden oldu. İlk önce birkaç şeyi açıklığa kavuşturmak istiyorum.

1- Küresel ısınma gerçekleşmiyor dememekteyiz, ama bu bazı şeylere kuşkuyla bakmayacağımız anlamına gelmez. Küresel ısınma yoktur demiyoruz ama varlığınada kuşkuyla bakıyoruz. Bu kuşkularımızı biraz sonra grafiklerle anlatacağım.

2- Küresel ısınma varsa bile buna insanların neden olduklarına inanmıyoruz, ama bu kesinlikle insanların doğayı katletmedikleri, doğal kaynaklarımız tahrip etmedikleri anlamına gelmez. Asıl ilgilenmemiz gereken alanlardan uzaklaşıyoruz, küresel ısınmaya fazla odaklanarak doğal kaynaklarımızı nasıl yokettiğimiz gerçeğinden uzaklaşıyoruz.

3- Küresel ısınma konusunda neden bu kadar kuşkucu olduğumuzu bu konuda çok heyecanlı olan dünyanın önde gelen bilim adamlarının bir teorisini sizinle paylaşarak anlatmak istiyorum. 2005 yılında Dennis, Katrina, Emily, Rita ve Maria isimli 5 büyük kasırga meydana geldi. Dünyanın önde gelen bilim adamlarına göre bu kasırgalara Küresel ısınmadan dolayı Meksika körfesindeki suyun ısınması neden oluyordu. Bu teorilerine göre 2006 yılı için tahminde bulunan bilim adamlarına göre 2006 yılında rekor sayıda kasırga bekleniyordu. Peki sizce 2006 yılında kaç tane kasırga oldu? Cevap veriyorum "sıfır".

Şimdi grafiğimizi inceleyelim. Grafikte gördüğümüz gibi 1920-1940 arasında ısınma ve 1940-1975 arasında soğuma ve tekrar 1975-2000 yılları arasında da ısınma yaşanmış. Bu grafiğe göre küresel ısınma olduğu ne kadar aşikar değil mi. Ama aşikar olan başka birşey ise dünya, hakkında bir kanıya varabilmek için bu kadar küçük zaman dilimlerine bakamayacağımız kadar yaşlı bir gezegen.

Şimdi ikinci bir grafiğe bakalım. Bu grafikte de dünyanın 3000 yıllık sıcaklık değişimini görüyoruz. Bakın 3000 yıl önce dünya şimdiki sıcaklığından 5 derece daha sıcakmış. Ve 3000 sene içindeki sıcaklık değişimlerini hep ani yaşamış, ani olarak sıcaklık artmış ve ani olarak sıcaklık azalmış. Dünya hakkında 60 yıla bakıp karar vermeyeceğimizi düşündüğümüze göre 3000 yıla bakıpta karar vermemiz yanlış olur.

Gelin daha da geçmişe gidip dünyanın 400000 senelik sıcaklık geçmişine göz atalım. Bu grafikte görüldüğü gibi dünya 100000 senede bir 5 derecelik bir sıcaklık artışına maruz kalıp hemen akabinde de ani bir soğumayla uzun süreli buzul çağına girmiş. Yani biz küresel ısınmadan söz ediyorsak, asıl korkmamız gereken küresel soğumadır bunu unutmamalıyız.

O kadar anlattık şimdi bir sonuca varalım.
1- Küresel ısınmanın varlığı kuşkuludur. Ama kuşkuludur diyerek bir kenara itmek yanlış olur.
2- Küresel ısınmanın dünyanın kendine özgü bir süreci olduğu ortadadır, bunu engeleyemediğimize göre bunu nasıl atlatırız buna kafa yormalıyız.
3- Küresel soğumaya da en az küresel ısınma kadar önem vermeliyiz, çünkü olası bir küresel ısınmanın hemen akabinde dünyayı bir küresel soğuma beklemektedir.
4- Küresel ısınma adı altında yapılacak enerji tasarrufu projelerine kesinlikle destek veriyorum ama bunu rant kapısı olarak kullanmak isteyenlere kesinlikle karşıyım.

Bu yazıdan sonra blog olarak küresel ısınmaya bakış açımız daha anlaşılır hale gelmiştir diye umuyorum.

20 Mayıs 2007 Pazar

Küresel Isınma Dolandırıcılığı?

Blog olarak global ısınmaya insanların neden olduğuna inanmayanlardanız. Bunu daha önce defalarca yazılarımızda belirttik. Mahalanobis bugün bizim yazılarımızı da destekleyen bir yazı yazmış. O yazıda geçen rakamlara kısaca değinmek istiyorum. İnsanların ürettiği karbondioksit dunyada bitkiler, hayvanlar, yanardağlar tarafından her sene üretilen karbondioksitin %2'si kadarmış. Bu karbondioksitlerin hepsinin küresel ısınmaya neden olduğu düşünülmediğine göre insanların ürettiği karbondioksit oranı daha da düşüyor. Kabaca hesaplarsak binde 3 lere kadar düşüyor insanların ürettiği karbondioksit oranı. Peki geriye ne kadarlık bir oran kalıyor? yüzde 99.7. İnsanların neden olduğu karbondioksit oranını düşürmeye çalışmaktansa yüzde 99.7 lik orana sahip diğer faktörlerden birini ortadan kaldırmaya çalışmak sizce de daha mantıklı değil mi? Kaldı ki insanların neden olduğu karbondioksit oranını tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil, yapılan tüm tasarruf çalışmaları insanların kullandığı karbondioksit oranlarını yüzde 10 ila 20 arasında azaltma yönünde hep. Zaten küresel ısınmaya katkımız bu kadar azken yüzde 10 luk bir azalma ne kadar komik rakamlar ortaya çıkarıyor farkındaysanız. Peki bilim adamları neden küresel ısınmada insan faktörüne bu kadar ısrarcılar? Israrcılar çünkü ortaya koydukları çözümler yüz milyarlarca dolarlık çözümler ve yeni rant kapıları getiriyor.

Bize sunulan dünyada ki tüm bilim adamlarının aynı fikirde olduğu, aynı kanıya vardığı, bu küresel ısınma denen olaya insanların neden olduğu. Ama bize dayatılan bu kanı da tamamen yalan. Küresel ısınma dolancırıcılığının bir parçası bu da. Bakın bu konuda birçok bilim adamı neler diyor. Küresel ısınmaya insanların neden olduğu tamamen yalan, daha önceki yazılarımızda küresel ısınmanın yüzbin yılda bir dünyanın başına geldiğinden bahsetmiştik. Şimdi o yazıdaki grafiklerden birini tekrar size göstermek istiyorum. Grafikte görüldüğü gibi bundan yüzbin sene önce de, iki yüzbin sene önce de küresel ısınma gerçekleşmiş ve ardından buz çağına girilmiş. Merak ettiğim o zamanlarda da arabalardan çıkan karbondioksit gazlarımı vardı, yada o devirlerde de kyoto anlaşması gibi anlaşmalar imzalanmış mı? Tabi ki hayır, peki insanoğlu o zaman ne yapmış? Doğanın önünde durmak ahmaklık, bu küresel ısınma gerçekleşecek ve sonrasında da buzul çağı kaçınılmaz. Bizim yapmamız gereken bu gerçeğe en doğru biçimde hazırlanmak. Gerçekçi ve bilimsel hazırlıklar yapmak. Dolandırıcı ve sahtekarlara fırsat vermemek.

18 Mayıs 2007 Cuma

Google'da Aranan Kelimeler-2

Mert Ulaş'ta google arama sonuçları başlıklı yazıyı okuyup bende kendi arama sonuçlarımla ilgili bir yazı yazmıştım. Benim bloguma yönlenen aramalar pek ilginç olmadığından ilginç bir yazı çıkmamıştı tabiki. İlginç aramalar için biraz beklemem gerekiyormuş sanırım. Artık benim de ilginç bir yazı çıkaracak kadar yönlenmiş aranan kelimem var. Hadi hayırlı olsun. Şimdi gelelim aramalara, tabiki benim yorumlarımla yayınlıyorum:

bugün benim doğum günüm: hadi hayırlı olsun, ama bu beni neden ilgilendirsin yada google'da aratınca nasıl bir tatmine vardın bunu anlayamadım.

osimiyum türkiye nerede? : bu Osminyuma sorulmuş bir sorumu yoksa osminyum burada Türkiye nerede gibi bir slogan mı pek anlayamadım.

sırbistanı haritada ara: henüz böyle bir hizmet vermiyorum, eğer birgün verirsemde lütfen emir kiplerinden sakının. Çünkü hiç sevmeeem!

poğaçanin serüveni: bu neki? kitap ismimi acaba? küçük poğaçanin serüvenleri

Trabzonla ilgili en baba sözler: arama üslubuna bir bakın.

Ya tutarsa: güzel temenni, ya tutarsa...

sex le ne kadar klori harcanıyor: klori ne demek? bu aramayla nasıl benim bloguma geldin bu da enteresan birşey. Yinede hizmette sınır yok senin için araştırdım buldum, sex için harcanan kalori ortalama 250 kaloriymiş.

İlk zaman makinesi: Bu zaman makinesinden kaç tane yapıldı ki sen ilkini arıyosun. Ben çok uzak kalmışım bu işlerden anlaşılan.

Doğu anadoludaki maden rezervlerini haritada göster: Yine emir kipi kullanan biri daha. Dur ben sana daha iyisini yapayım, incelemeyi yerinde yap sen. Skati arkadaşı doğu anadoludaki maden rezervlerine ışınla bakim.

müstehcen oyun: bakın ne kadar güzel bir dille aratmış.

Türkiye'nin avrupa birliğine girme nedenleri: Bu soruda bir gariplik yok gayet aklı başında bir soru. Buraya yazma nedenim bu soruyu bende merak ediyorum, bilen biri varsa banada anlatsın diye yazdım.

sakın arama: benim birşey aradığım yok arayan sensin, yada ben miyim? Kim arıyo kim aranıyo karıştırdım.

sırbistana oy veren: yarım kalmış bir cümle gibi geldi bana. sanırım google'ın sansürüne maruz kalmış.

'trabzon+aya yorgi': 'tranzon+aya yorgi'=ayı yogi (bu çok geyik oldu bende farkındayım)

ilginç aramalar geldikçe yazmaya devam edeceğim.

14 Mayıs 2007 Pazartesi

Ozan'ın Deja vu Yazısı

Ozan Ekşioğlu blogunda deja vu başlıklı bir yazı yazmış. Çok ilginç, ben hemen hemen hayatın her alanında bu deja vunun yaşandığına inananlardanım. Tarih tekerrürden ibarettir diye boşu boşuna dememişler. Gerçekten ilginç gazete başlıkları. Bu adrestede Ozan Ekşioğlu'nun hazırladığı, Özal’ın C.başkanlığı seçimi sırasında 2 büyük gazetemizin kupürlerinden oluşan resimlere ulaşabilirsiniz.

13 Mayıs 2007 Pazar

Pazar Günleri Blog Yazarları Tatili mi?

Blog yazmaya başlamamla blog okuyup takip etmeye başlamam aynı tarihlere denk geliyor. Eylül 2006'dan beri hem blog yazarı hemde blog okuruyum, hemde sıkı bir okur. Birçok blogu takip ediyorum. Bu kadar zaman içinde blog yazarlığı ve bloglar üzerine de birçok yazı okudum, ama pazar günleri blog yazarlarına tatil olduğuna dair bir yazı görmedim. Nerden çıktı şimdi bu diyebilirsiniz ama garip bir şekilde ne zaman pazar günü rss okuyucuma baksam bomboş oluyor. Nedense kimse pazar günü yazı yazmıyor. Ben özellikle pazar günleri daha çok ve daha güzel yazı yazabiliyorum, ama nedenini hala anlayamadığım bir nedenden ötürü bloglar pazar günleri tatil oluyor. Birkaç fikrim var aslında; bence son zamanlarda yapılan cumhuriyet mitinglerine giden blog yazarları eve döndüklerinde yazı yazamayacak kadar yorgun oluyorlar. Diğer fikrim ise blog yazarlarının büyük çoğunluğu bloglarını artık bir iş gibi görmeye başlayıp pazar günlerini kendilerine ayırmaya çalışıyorlar. Ben blog yazmayı kendime ayırdığım bir zaman olarak görüyorum zaten, birçok yazarın da bunu böyle gördüğünü varsaydığımdan bu fikri yoksayabiliriz aslında.



Burdan tüm blog yazarlarına seslenmek istiyorum. Artık pazar günleri rss okuyucumu boş görmek istemiyorum. Lütfen pazar günleride yazı yazmaya devam edelim. Hatta devlet bu konuya el atsın ve pazar günleri bloglarına yazı ekleyen blog yazarlarına teşvik versin. Benim önerilerim şimdilik bu kadar sizlerden de öneriler bekliyorum.

Milli Davamız: Eurovision

Dün gece her Türk gencinin yapması gerektiği gibi milli davamız Eurovision'u bende izledim. Milli maç izler gibi kalabalık bir arkadaş grubuyla maçı aman, yarışmayı izledik. Çoğu kişinin aksine ben Eurovision'u hakedenin kazandığını düşünüyorum. Yarı finalde Sırbistanı izlediğim gibi birinci olurlar demiştim zaten. Neyse bahsetmek istiğim konu farklı. Eurovision'da iki konu dikkatimi çekti. Birincisi Eurovision amacını kaybetmiş tamamen siyasi ve coğrafi nedenlerle ülkelere puan verilen bir yarışma haline gelmiş. İskandinav ve Slav ülkeleri sadece birbirlerine oy verir hale gelmiş. Komşu ülkelerde genellikle birbirlerine oy verir hale gelmişler. Hatta geçmişte husumeti olan ülkeler kendilerini birbirlerine iyi gösterme, affedilme umutlarıyla birbirlerine oy verir olmuşlar. Bakınız:(Türkiye'nin Ermenistan'a ve Sırbistan'ın Bosna Hersek'e verdiği oy). Bence Eurovision düzenleme kurulunun ya derhal bu yarışmayı kaldırması ya da bu olayları önlemek için acil önlemler ve yeni kurallar getirmesi gerekmekte.

İkinci dikkatimi çeken ve bizi ilgilendiren konu ise bizim Avrupa'da tamamen yalnız olmamız. Avrupa'da ki gurbetçilerimiz de olmasa bize oy veren olmayacak. İskandinavlar birbirlerine, Slavlar birbirlerine, komşular birbirlerine verdiler oyları. Türkiye'ye komşuları bile oy vermiyor biz ne yaptıkta bu kadar sevilmeyen bir ülke olduk anlayamadım. Yoksa sevilmediğimizden değil de Avrupa'nın yerimizi bilmemiz ve onların yanında yerimizin olmadığını göstermek için mi yaptığı birşey bu. Bundan sonraki seneler neyi gösterir bilmem ama Eurovision yarışma kurulunun birşeyleri değiştirmesi gerekirken bizimde boş durmayıp bu konuda derhal birşey yapmamız gerekiyor.

Annelik Meslek Olsun...

Greenpeace'in kurucusu Paul Watson annelik meslek olarak kabul edilsin önerisinde bulunmuş. Belki bu sözünü bizim ülkemizi düşünüp söylememiştir ama tam da bize uygun bir değerlendirme olmuş. Düşünsenize bir çocuğun tüm karakterini, hayata bakışını şekillendiren annedir. Bugünlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey bu bizim, hep yakınıyoruz neden insanlarımız cahil diye. Hep eğitim eğitim deyip duruyoruz ama eğitimi ilkokuldan başlıyor kabul edip kaliteyi artırmak ve her tarafa homojen bir şekilde eğitimi dağıtabilmek için uğraşıyoruz. Ama unuttuğumuz birşey var, çocuğun eğitimi annenin yanında başlıyor, ona en önemli şeyleri öğreten anne. Neden üç beş kuruş kazandıran meslekler annelikten daha önemli olsun. Çalışıyor olmak uğruna sabahtan akşama kadar işde olup sonrada kazandığın parayı bakıcıya vermenin neresi matah anlayabilmiş değilim.

Bence dünyanın en kutsal mesleği olan annelik çoktan meslek olarak kabul edilmeliyken geç kalınmış bu kararın çabucak verilmesi gerekmekte. Kendi annemin ve tüm annelerin anneler günü kutlu olsun. Onlar bizim en önemli varlıklarımız...

Amerika'nın Din Haritası

Ilginc bir harita. Haritada dikkatimizi çekmesi gereken; aynı mezhepten olanların birbirlerine daha yakın olmaları.

12 Mayıs 2007 Cumartesi

Başarı Hikayeleri

İşte okumus adamin hali bir baska oluyormus dedirtecek bir insan: Ahmet Okumuş. Insider Trading' de gozume carpan bir portfoy yoneticisini sizlere tanitmak istedim. Daha detayli bir tanitim ve Ahmet Okumus tarafindan kullanilan stratejiler icin burayi ziyaret edebilirsiniz.

9 Mayıs 2007 Çarşamba

Google'da Aranan Kelimeler

Mert Ulaş'ta google arama sonuçları adlı yazıyı okuyunca bende heves yaptım ve google analytics'ten kendi bloguma yönlendirilen aramalara baktım. Ancak şöyle bir sorun vardı ki benim bloguma kimse böyle ilginç aramalarla yönlendirilmemişti ve bununla ilgili bir yazı çıkaramayacaktım. Nerde aklı başında adam var aramasıyla benim siteme yönlenmiş. Şöyle birkaç ilginç arama olsa ona bile razıydım, uzun uzun yorum yapar kendimce eğlenirdim ama nerde... Neyseki google analytics ile uğraşırken Google Trends'e rastladım bende. İlginç sonuçlara vardım. Ülkelere göre en çok aranılan kelimelere ulaşabildim. En çok aranılan kelimeler o ülkenin gündemini ve birazda olsa kültürel düzeyini yansıtıyor diye düşünüyorum. Türk internet kullanıcıları bu konuda her zaman eleştiri alıyor ama mart 2007 arama sonuçlarına baktığımda Türk internet kullanıcılarınında diğer ülkelerdeki kullanıcılardan pekde farklı kelimeler arattırmadığını gördüm. Hatta diğer ülkelerde celebrity aramaları göze fazla çarparken Türk insanı daha çok fonksiyonel aramalar yapmış. Mesela mobilya fuarını aratmış veya Kelebek mobilyayı aratmış. Birinci sırayı alan manken oyunları arama sonucu ise Türk internet kullanıcıları arasında çok fazla kız çocuğunun olduğunu gösteriyor bence.

8 Mayıs 2007 Salı

Önyargılar...

Oregon State Universitesinde yapilan bir arastirmanin sonuclari bence ilginc ama sasirtici olmayan sonuclar iceriyor. Apartmanlarini internet uzerinden ilanla kiraya veren ev sahiplerine 1100 kelimelik bir email Patrick McDougall, Tyrell Jackson veya Said Al-Rahman isimleri kullanilarak gonderiliyor. Bilmeyenler icin soyleyelim Patrick McDougal bir Irlandali ismi, basvuruyu yapanin buyuk olasilikla beyaz oldugunu, Tyrell Jackson buyuk olasilikla zenci bir kisiye verilen bir isim ve Said Al-Rahman muhtemelen Arap veya musluman ismi.Ev sahiplerinin %89'u Patrick'e apartmanin hala kiralanmadigini bildiriyorlar, ayni rakam Said icin %65, Tyrell icin ise %59. Calismanin ilginc sonucu o kadar Arap dusmanligina ragmen zencilerin Araplardan daha beter yaratiklar oldugu konusundaki önyargılar. Beyaz olmak en avantajlisi.Benzer bir calisma is basvurulari icin de yapilmis ve benzer sonuclar orada da gorulmus. Eger isminiz zenci ismi ise iyi bir okuldan mezun olmaniz bile bir sey ifade etmiyormus.Amerika'da cocuklara verilen isimlerin istatistikleri SSA tarafindan tutuluyor.

Benzer şeyler Türkiye'de de oluyor. Bunu denemek için Trabzon'da kiralık 6 evi Batmanlı, Trabzonlu, ve öğrenci olarak aradım. Aradığım 6 evin hepsi Trabzon'lu olduğumu duyunca evin hala boş olduğunu hatta görüşürsek fiyatta indirim bile yapılabileceğini söylediler. Öğrenci olarak aradığımdaysa evlerin fiyatlarında yüzde 25 ila yüzde 50 arasında fiyatlar arttı. Ve ikisi evin tutulduğunu söyledi. Batman'lı bir öğrenci olarak aradığımda ise daha ilginç şeylerle karşılaştım. Aradığım evlerin dördü evin kiraya verildiğini söylerken ikisi ise Batman'lı bir öğrenci olduğumu öğrenince telefonu suratıma kapattı. Evet doğru duydunuz telefonu suratıma kapattı. Kiralık evleri aramaya devam edeceğim ve başka kimlikleri de deneyip sonuçları başka bir yazıda toplayıp yayınlayacağım. Bu önyargıları nasıl üzerimizden atacağız birazda bunun üzerine düşünsek hiç fena olmaz sanırım.

7 Mayıs 2007 Pazartesi

Sümela Ve Film Stüdyosu


Trabzon'un ünlü Sümela Manastırı'na gittiğimiz günlerden birinde dönüş yolu üzerinde bir ev dikkatimizi çekti. Gerçi ev demek biraz yanlış olur, sanki bir film stüdyosunun önünden geçmiştik. Evin resimlerini çekmeye karar verdik ve önünde durduk. Evin sahibinin orada olduğunu fark edince izin almamızın gerektiğini düşünüp izin istedik ve kendimizi çok güzel bir sohbet içinde bulduk. Evin sahibi Cevat Yılmaz'dı ve evi kendisi inşaa etmişti. Sohbetimiz ilerledikçe evden daha ilginç şeyler dikkatimizi çekmeye başladı. İlk defa gördüğüm kamelyalar, bar tabureleri, sandalyeler vesaire vesaire... Cevat Bey yıllarca İstanbul'da Amerikan şirketlerinde elektrik mühendisi olarak çalıştıktan sonra emekli olup memleketinde bu evi yapmaya vermişti kendini. Çokta güzel yapmış yoksa biz bu kadar güzel bir yapıyı göremeyecektik.

Gitmeyenleriniz için şiddetle tavsiye ediyorum, Trabzon-Erzurum karayolunun 21. kilometresinde Maçka yol ayrımından sonra 15 kilometre daha gidip Sümela Manastırı'na ulaşıyorsunuz. Sümela Manastırı ayrıca bir milli parkımızın içinde, yani hem tarih hem yıllara meydan okuyan harika bir yapı ve doğa içiçe. Bu kadar Sümela dedik biraz bahsedelim isterseniz. Yaygın inanca göre, Karadenizli Hristiyan Rumlar Mela dağındaki mucizevi Panagia ikonosundan bir şey diledikleri zaman 'stou mela' derlermiş, bu kelime zamanla Sumela'ya dönüşmüş, bu yüzden manastıra ‘Karadağın (Mela dağının) bakiresi' de denilmektedir. Alman tarihçi ve gezgin Jacop Philipp Fallmerayer'in Sümela Manastırı için söylediği şu sözle yazıyı bitirelim. "Tüm dünyada, Kolhis’in Mela dağındaki bu manastır kadar güzel dini yapı yoktur". Daha fazla bilgiye trabzon.org'dan ulaşabilirsiniz.


6 Mayıs 2007 Pazar

Yanlış İngiltere'de mi Bizde mi?

Son günlerde yapılan demokrasi tartışmalarında; AKP'nin aldığı oy ve meclisteki koltuk sayısıyla ilgili spekülasyonlar dikkatimi çekmişti. Bunun üzerine dünyada seçimlerde bu konuda neler oluyor diye bir bakayım dedim. Karşılaştığım tablo ilginçti. Bizdeki iddialar şu şekildeydi; AKP düşük katılımlı kabul edilen bir seçimden yüzde 33 oy almıştı ve bu oy oranıyla meclisteki koltuk sayısı oranında ezici bir üstünlük sağlamıştı. Yani bu iddiada bulunanlara göre AKP aslında genelde yüzde 18 oy almıştı. Tabi bu iddiayı dile getirenler, seçime katılmayan herkesi AKP haricinde bir partiye oy vereceğini hesap etmekteler.

International Institute for Democracy and Electoral Assistance adresinde Türkiye'de ki seçime katılımın ne kadar olduğunu buldum. Katılım sanıldığı gibi çok az gerçekleşmemiş bence, yüzde 80.4 iyi bir rakam. Peki hangi kıstasa göre mi iyi? İngiltere'nin 2005 yılında yaptığı seçimlerdeki katılım oranlarına göre oldukça iyi hemde. İngiltere gibi bir ülkede katılım oranı yüzde 60 da kalmış. Bu rakamlara da başka bir siteden ulaştım. Bu sitede başka ilginç verilerlede karşılaştım. İngiltere'de hep tek partili iktidar olurdu ve ben bunu ABD' de ki iki partili sistem gibi bir sisteme sahip oldukları için olduğunu sanırdım. Ama bu siteye göre İngiltere'de de oldukça fazla parti seçime girmiş. Bu verilerden anlamadığım şey ise yüzde 35 alan partinin 355 milletvekiliyle meclise girmesi ve ondan 3 puan az alan diğer partinin 198 milletvekiliyle meclise girmesi. Bizde demokrasi bu şekilde tartışılırken, yüzde 33 lük partinin nasıl bu kadar koltuğa sahip olduğu sorgulanırken, İngiltere'de ki durum sizcede garip değil mi? Ben bu durumu istikrar uğruna böyle bir sistemi uyguladıklarına yordum.

Bu yazıyı AKP iktidarını haklı çıkarmak için yazmadım, belkide en çok eleştirenlerden biride benimdir ama eleştirirken veya birşeyleri yanlış görürken de araştırıp iyice düşünüp öyle karara varılmasından yanayım. Yanlış eleştiriler, temeli tutanağı olmayan eleştiriler yalnızca karşı tarafa yarar bunu unutmayalım.

Bugün Benim Doğum Günüm

Doğum günlerini oldum olası sevmemişimdir. Sadece başkalarınınkini değil kendi doğum günümü bile sevemedim hiç. Başkalarının doğum gününü hediye seçmek zor geldiği için sevmiyorum sanırım, birde gidilmesi zorunlu doğum günü partilerinden. Kendiminkini sevmeyişim ise tamamen farklı bir nedenden. Bir yaş daha yaşlanmayı kaldıramıyorum, yaş kompleksim var. Hemde bu yaşım ilerledikçe oluşan birşey değil, çocukluğumdan beri bu devam ediyor. Hatırlayabildiğim 10 yaşımın civarlarında başladı bu kompleks, hiç büyümek istemiyordum. Sanırım buna Peter Pan Sendromu deniyor. Bu arada yaş kompleksim var derken yaşımı hala söylemediğimi farkettim, bugün 26'ıma girdim. Ne varki yaşında daha çok gençsin diyebilirsiniz ama işte söyledim ya 10 yaşımda bile ben böyleydim, buna engel olamıyorum. Doğum günümde sevdiklerimin bana özel birşeyler hazırlamasını hiç sevemedim, benim için bir yaş daha yaşlandığım kötü geçirdiğim bir günü kutlamak zor geliyor tabiki. Hatta kimse hatırlamasa da bu sene doğum günüm mevzu olmasa diye dua ettiğim çok olmuştur.
Bugün doğum günüm olunca haliyle bende tarihte bugün gerçekleşmiş olayları araştırayım dedim. Vikipedi'de birkaç olaya ulaşabildim. Gördüklerim ilginçti ne kadar felaket varsa bugün gerçekleşmiş. Dünyanın en büyük zeplini bugün düşmüş, Norveç'te uçak düşmüş, suikastlar gerçekleşmiş falan filan. Ama en kötüsüde yıllarca takip edip sevdiğim Friends dizisinin son bölümü bugün yayınlanmış.
Daha sonra hangi ünlüler doğmuş diye araştırayım dedim, bir felakette orda. Saddam Hüseyin, Hitler ve Tony Blair doğmuş. Neyse ki sevdiğim birkaç sanaçtıda bugün doğmuş buna sevindim. Mesela George Clooney ve Orson Welles.
Doğum günümün sevdiğim tek özelliği hıdırellezle aynı güne denk gelmiş olmasıdır herhalde, bizim için olduğu kadar hıristiyanlarcada önemli birgün bugün. Bugün Hıristiyanlarca da baharın ve doğanın uyanmasının ilk günü olarak kabul edilir; bu günü Ortodokslar Aya Yorgi, Katolikler St.Georges Günü olarak kutlamaktalar.

Evet ne yapalım ne kadar sevmesem de, istemesem de bugün benim doğum günüm ve bir yaş daha yaşlandım. Bugün hürriyet gazetesinin bir hzmetini öğrendim. Doğduğun günkü hürriyet gazetesinin baş sayfasını görebiliyor hatta satın alabiliyorsun. Bende doğdum günkü gazetenin baş sayfasını indirdim hemen tabi. Sizde girip kendi doğum gününüzdeki sayfaya ulaşabilirsiniz.
Benim gibi bugün doğmuş herkesin doğum gününü kutluyorum.

3 Mayıs 2007 Perşembe

Seçimi Kim Önde Bitirir?

Beklenti Teorisi şunu söyler; bireyler sonuçları kesin olan şeyleri abartarak bunlara, sonuçları kesin olmayan şeylerden daha fazla değer verirler. Yani insanlar karışık, riskli durumlarda, karar verirken, her zaman mantıklı ve akılcı davranmazlar.

Ülkemizin bulunduğu şu ortamda beklenti teorisine dayanarak seçimlerde sandıktan kimin önde çıkacağını tahmin etmek zor değil.