Ekonomik kriz artık öyle bir hal aldıki biz de dahil olmak üzere dünyada tam olarak krizin neresindeyiz tam olarak bilebilen kimse yok. Dünyadaki trende uygun olarak bizde ekonomik enstrümanları kullanarak ekonomiyi kontrol altında tutmaya çalışıyoruz. Ama ne kadar etkil olabiliyor? Biraz geç kalmış bazı uygulamalar yapılıyor. Hükümet ve Merkez bankası vergi, faiz ve enflasyon oranlarıyla oynayarak yapılabilecek herşeyi yaptı, faizdeki düşüş artık ekonomiye etkisi olmuyor. Hatta faydasında çok zararı ver diyebiliriz, insanlar faiz düştükçe para harcayacaklarına demek ekonomi dahada kötüye gidecek diyip daha az para harcar hale geliyorlar. Tek enstrüman kaldı kullanılmayan o da kamu harcamaları. Duyduğuma göre devletin kasasında hali hazırda para bulunmakta ama bunu kullanmaktan çekiniyormuş hükümet. Duyduğuma göre daha şantiye açan firma olmamış, mart en geç nisan ayında açılan şantiyeler bu sene mayıs olmasına rağmen hala kapalı durumda. Çok büyük bir iş alanı yaratan inşaat sektörü bu sene çok durgun geçecek duruyor. Geçen sezondan işi bitip boşta olan am hala kazandıkları parayı yiyen inşaat işçileri birkaç aya kadar işsizler kervanına katılacağa benziyor. Mühendisler, inşaat malzemesi üreten firmaların çalışanlarını saymıyorum bile.
Peki hükümet neden kamu harcamalarını kısmış durumda? Daha ne kadar bekleyecek? Kamu harcamaları hükümetin elindeki son koz olduğundan bence bu kozu kullanmadan biraz daha bekleyecektir. Krizde dibi görmeden elindekinide bitirmeyecektir diye düşünüyorum. Birde kamu harcamaları için kabinede ki değişiklikler beklenecek diye düşünüyordum ama görünen o ki değişiklikten sonrada harcamalarda bir değşiklik olacağa benzemiyor.
Kriz bizi teğet geçti diyerek ve sadece büyük otomotiv üreticilerinin var olan stoklarını eriterek yeni üretime yapacak hale getiremeyen politikalar Türkiye'yi krizden kurtaramayacağa benziyor. Daha aktif ve gerçekci politikalara ihtiyacımız var. Aldığım bir başka duyumda hükümetin hala bütçe konusunda bir revizyona gitmediği, bu konuda herhangi bir çalışma yokmuş. Daha ne kadar önümüzü görmeden yolumuza devam edeceğiz merak ediyorum, yol
dönümündeki uçurumu kaçırdıktan sonra mı?
Birde bu arada gerçekleşen kabine değişiklikleri var. Yeni kabine biraz daha milli görüş ağırlıklı bir görüntü içinde. Sanırım başbakan saadet partisinin yükselişinden korkmuşa benziyor. Bülent Arınç'ın tekrar sahneye dönüşü var ki buda milli görüşe iyi görünme çabasını kanıtlayan bir hareket aslında. Başbakan milli görüş tarafından gelen milletvekillerinin kopmasından bile kormuş olabilir. Birde Bülent Arınç'ın Başbakan yardımcılığından MGK'ya girme mevzusu var ki o da başbakanın Bülent Arınç'ın sivri dilinden faydalanmak istediğinin kanıtı olarak duruyor. 2007 e-muhtırasından sonra AKP'nin artan oyları ve son bir senedir sessiz kalan ordunun AKP'nin oylarında ki azalışa neden olması başbakanın orduyu konuşturacak birini MGK'ya almasına neden olmuş gibi duruyor. MGK üyesi ordu mensuplarının Bülent Arınç'ın sivri diline sabırla karşılık verip bu oyuna gelmemeleri dileğindeyim.
Son olarak duyduğum başka birşeyden bahsetmek istiyorum. Trabzon'da son derece tehlikeli ve şuan ki hava trafiğine karşılık veremeyen bi havaalanı mevcut. Yeni bir planlamaya gidilmiş ve mevcut havaalanının deniz tarafını doldurarak ikinci bir pist yapılmasına karar verilmiş. Buda 700milyon$ a mal olacakmış. Bence mevcut havaalanından uzaklaşıp daha güvenli şehirden uzak bir yerde yapılması gerekiyor havaalanı ama yinede bu bile büyük bir gelişme. Ayrıca yeni ve son derece teknolojik bir radar sisteminin Türkiye'de ilk defa Trabzon'da uygulanmaya başlandığını ve şuan deneme aşamasında olduğunu duydum bu da güzel bir gelişme.
Küresel sermaye için demokrasi, demokratik açılım, insan hakları amaç değil, kendi çıkarlarına hizmet eden birer araçtır. Bu Türkiye’de olduğu gibi dünyanın diğer coğrafyalarında da. böyle olmuştur. Ulusların tehdit algılama konusunda sorunları devam ettikçe böyle olmaya da devam edecektir.
YanıtlaSilYeraltı doğal zenginlikleri talihsizliğe dönüşen, bu zenginlikleri yüzünden etnik temizleme ve katliamlara sahne olan Sudan’ın Darfur bölgesindeki olayların acımasız ve korkunçluğu veya Irak’ın, önce İran Savaşı’nda daha sonra da Halepçe’deki hunharca sivil katliamda kimyasal kullanması ya da Türkiye’nin Güneydoğusundaki ekonomik ve kültürel geri kalmışlık. “Küresel Sermaye”yi ne rahatsız eder ne de ilgilendirir.
O’nu; varlığını katlanarak devam etmesini sağlayan enerji ve yer altı kaynakları yani, Darfur bölgesindeki Petrol, uranyum, bakır, Irak’taki petrol, Türkiye’nin Güneydoğusundaki doğal kaynaklar ilgilendirir.
Küresel sermaye; ABD ve Batı sömürge devletleri çatısı altında, tekelci çok uluslu şirketler aracılığıyla, dünya kapitalist sistemi ile bütünleşmiş ve dünyanın her bölgesinde kendi çıkarları doğrultusunda ortak hareket etme yeteneğine sahip olmuştur.
Küresel sermaye;
Amaçlarına ulaşabilmek için bölgedeki etnik farklılıklar kaşır, birbirlerine girmelerini sağlar, silah satar. Kazanır.
Artık kendi siyasi ve askeri gücü haline dönüşmüş olan BM ve NATO’yu barış sağlama adına bölgede kullanır, masraflarını bölge ülkesinden tahsil eder. Kazanır.
Kendi yarattığı yapay bahanelerle savaş açar kullandığı silah, araç, gereçlerinin masrafını savaştığı ülkeden tazminat olarak geri alır. Kazanır.
Savaş biter, yerle bir ettiği yerleri yeniden inşa eder. Kazanır.
Bölgenin doğal zenginlik kaynaklarının tespiti, çıkarılması ve pazarlaması işini ucuza kapatır, yine kazanır.
Kazanan hep küresel sermaye, kaybeden ise üzerinde senaryolar yazılıp oyunlar oynanan o bölgenin zavallı halkıdır.