İlk yazımda hemen hemen herkesin ilgisini çekecek yalnızca bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz ve çoğumuzada anlamsız gelmiş bir konu olan insan bedeninin ozak gezegenlere ışınlanmasının teorikte anlamlı olup olmadığını tartışacağız.
Öncelikle tartışılması gereken soru: İnsana kişisel kimliğini veren nedir? Bedenini oluşturan atomlar mı? Bu atomları oluşturan elektronların, protonlerın ve öteki temel parçacıkların özel seçimi mi? Bu soruların olumsuz yanıtı ile ilgili en az iki neden vardır. Birincisi, herhangi bir canlı bedeni oluşturan malzemenin sürekli bir değişim yaşamasındadır. Doğumdan sonra hiçbir yeni beyin hücresinin üretilmediği gerçeğine karşın bu değişim, özellikle beyin hücreleri için geçerlidir. Her canlı hücredeki (beynin her bir hücresi dahil) çok sayıda atom- ve, gerçekten bedenlerimizdeki tüm madde- doğumdan başlayarak bir çok kez yenilenmiştir.
İkinci neden ise, kuantum fiziğinden kaynaklanmaktadır.- ve doğrusunu söylemek gerekirse birinci nedenle tuhaf bir çelişki içindedir.- Kuantum mekaniğine göre herhangi iki elktronun tamamen özdeş olması zorunludur. Ve aynı ilke herhangi iki proton ve herhangi iki temel parçacık içinde geçerlidir. İnsan beynindeki bir elektronun yerine bir tuğladaki elektron konulursa, sistem bir bütün olarak, değişiklikten önceki sistemden, ayırt edilemez. Aynı durum protonlar, atomlar, moleküller vs. için geçerlidir. Bir insanın bedenini oluşturan bütün malzeme, evinin tuğlalarından alınacak uygun parçacıklarla takas edilirse, hiçbirşey değişmez. Bu insanın kendi evinden ayırt edilmesini sağlayan, bireysel parçacık değil, parçacıkların tümünün dizilişinden ortaya çıkan biçimdir.
İnsanın kişisel kimliğini veren nedir? sorusuna cevabımızı verdikten sonra asıl sorumuza dönebiliriz. Işınlanma makinesiyle ışınlanacak bilim kurgu kahramanı yolculuğunu bir uzay gemisiyle normal şekikde yapacakken, bedenindeki her atomun ve her elektronun yeri ve koşullları kesin ve doğru şekilde ayrıntılandırılarak saptanmak üzere baştan aşağı taranıyor. Tüm veriler elektromanyetik bir sinyalle, varılacak uzak gezegenlere ışınlanıyor. Veriler, burada, yolcunun tüm anıları, düşünceleri, umutları ve en derin duygularıyla birlikte tambir kopyasının oluşturuluyor. Beyin etkinliklerinin her ayrıntısı özenle saptanıp iletildikten sonra yeniden inşa ediliğine göre, sonucun böyle olacağını en azından ümit edebiliriz. Mekanizmanın tasarımlandığı şekilde işlediğini varsayarsak yolcunun özgün nüshası artık imha edilebilir. Bu aşamada sorulacak soru: Bir yerden bir yere yolculuk yöntemi gerçekten böylemidir, yoksa kopyasını çıkararak aslını öldürme yöntemimidir? Böyle bir yolculuğu denemek istermisiniz?
Işınlanma makinasının gerçekten işe yaradığını ve yolcunun uzak gezegendeki kopyasında gerçek bilincinin tekrar uyandırıldığını varsayalım. Bu aşamadan sonra aklımıza birçok ahlaki problem takılıyor. Ya yolcunun özgün kopyası, oyunun gereği, ortadan kaldırılmazsa ne olacak? Bilinçliliği aynı anda iki ayrı yerde olabilir mi? (Bu aşamada aklımıza descartesin dualizmi geliyor, bu konuyu başka bir yazıda dahada derinden irdeleyeceğiz) Şöyle bir konuşma karşısında tepkisinin ne olacağını düşünmye çalışın: "Ah canım, ışınlanma makinasına yerleştirilmeden önce sana verdiğimiz ilaç zamanından önce etkisini yitirdi. Öylemi? Şanssızlık ama sorun değil. Öteki senin- şey yani gerçek senin- sağ salim Venüs'e vardığını öğrenmek seni sevindirecektir. böylece seni, şey.... yani buradaki işe yaramaz kopyanı yok edebiliriz. Tabiki hiç acı duymayacaksın:) Burada bir paradoksla karşılaşıyoruz. Fiziğin yasaları arasında ışınlanmaya ilke olarak olanak sağlayan bir yasa varmı? Evet var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder